üç günden beri tek yaptığım şey senden kaçmak olmuştu. belki de ilk defa böyle bir tartışma yaşamıştık ve ben senden uzak kalmayı seçmiştim. uzak kalmayı seçmemin nedeni ise seni gördüğüm anda içimdeki öfkenin söneceğinden korkmamdı.öğle arası zili çaldığında bir an önce okuldan çıkmak için insanların arasından geçmeye çalışıyordum. okul o kadar kalabalıktı ki, sınıftan çıkıp okulun bahçesine ulaşmak beş dakika sürüyordu.
büyük çıkış kapısından çıkıp temiz havayı soluduğumda büyük adımlarla okul bahçesini geçtim. çoğu kişi arkadaşlarıyla beraber sohbet ederek servislere ya da benim gibi evlerine doğru gidiyordu.
"ulan heykel oldum burada." işittiğim tanıdık sesle beraber şaşkınca sol çaprazıma baktım. aynı tahmin ettiğim gibi, elleri cebinde dikiliyordu. onu her gördüğümdeki gibi siyah bir şeyler giymişti üstüne.
"iwaizumi-san!" diyerek o tarafa ilerledim hızla. "geleceğini düşünmemiştim."
"inan bana, ben de." diye homurdandı. "niye geldiysem zaten. şuna bak, velet kaynıyor her taraf."
bahçeye göz atıp güldüm istemsizce. birkaç kız bu tarafa doğru bakıyordu. dirseğimle kolunu dürttüm. "seni kesiyorlar."
önce kaşlarını çattı, iwaizumi-san, sonra bahsettiğim kızlarla göz göze geldi teker teker. kızlar gülüşüp önlerine dönerken, "sen sus da kendi işine bak," diyerek sert olmayan bir şekilde vurdu enseme.
"seninki nerede?" diye sordu daha sonra.
bokuto'yla konuşmadığım üç günün her akşamı iwaizumi-san'la görüşmüştük uçurumun kenarında. aslında ikimiz de demiyorduk, yarın yine buluşalım diye ama ikimiz de aynı saatte aynı yerde oluyorduk işte. sözsüz anlaşma gibi bir şeydi bu. samimiyetine güvenerek senin hakkında bir şeyler söylemiştim ona. aşık olduğum kişi hakkında biriyle konuşacağım aklımın ucundan dahi geçmezdi.
"bilmiyorum," diyerek geçiştirdim.
iwaizumi-san'ın gözleri arkamda bir noktaya kilitlendi. "anladım, tanımlamalarına tam uyan biri şu an buraya geliyor da." dedi sonra.
arkamı döndüm hızla. on metre ilerimdeydin işte, gerçekten buraya doğru geliyordun. kaşların çatık, suratın asıktı. ellerin cebindeydi, çantan omzundan sarkıyordu.
"tanrım.." diye mırıldandım.
"sakin ol," dedi iwaizumi-san, omzuma elini koyup. o sırada, yanımıza ulaşmıştın bile.
ilk başta gözlerin onu süzdü sadece. hemen hemen aynı boydaydınız, ondan küçük olmana rağmen. daha sonra bana baktın bir saniyeliğine, sonra omzumdaki ele. "akaashi," dedin. "konuşmamız gerek artık."
yutkundum. iwaizumi-san yanıma geçti, omzumdaki elini çekip sana uzattı. "iwaizumi."
bir süre durdun. daha sonra uzattığı elini sıktın. "bokuto." birbirinizin gözlerinin içine bakarak el sıkışmaya devam ediyordunuz, bense yanınızda dikiliyordum.
"ne konuşacağız?" diye sordum bu tuhaf atmosferi bozmak adına. elleriniz ayrılmıştı sonunda, bana döndün.
"pişman olduğumu biliyorsun." az önce sert olan sesin yumuşamıştı şimdi. gözlerin parlamaya başlamıştı tekrar. "bitirelim artık şu saçma küslüğü."
kaşlarımı kaldırdım. "küs olduğumuzu kim söyledi?"
"ciddi misin?" diye sordun. "kaç günden beri bir kez bile görmedim seni, daha ne olması gerekiyor küs olmamız için?"
sesli bir şekilde nefes verdim. yine oluyordu işte, yine kırgınlığımı bir kenara atıp seni mutlu etme isteğiyle yanıp tutuşuyordum.
iwaizumi-san araya girdi. "ben gideyim en iyisi, yemeği sonra hallederiz, akaashi."
"buraya kadar geldiğin için üzgünüm, iwaizumi-san." diyebildim sadece. bekle demeyecektim. konuşmadan gitmeyecektin çünkü, belliydi.
iwaizumi-san başını sallayıp okul bahçesinden çıkarken kollarımı göğsümde bağlayıp sana döndüm. "pişman oldun, öyle mi?"
başını salladın. güldüm. "pişman olman, yoshiko'nun bana acıyarak baktığı gerçeğini değiştirmiyor, bokuto-san. üzgünüm."
"akaashi, yapma böyle.." diye mırıldandın, elini koluma koyup.
"ne bekliyordun?" diyerek tersledim, ama kolumu çekemedim elinden. "bütün geçmişimi alakam olmayan birine anlattıktan sonra hiç bir şey olmamış gibi davranmamı mı?"
sessiz kaldın, çünkü haklı olduğumu biliyordun. pişman olduğunu da görebiliyordum, gerçekten üzgündün. sana karşı ördüğüm sahte duvarımın yıkılmasına az kalmıştı.
"zamanı geri alma şansım olsa, inan bana alırdım, akaashi. ama şu an, aklıma hiçbir şey gelmiyor yaptığım şeyi telafi etmek için.. geceleri senin uyuyup uyuyamadığını düşündüğüm için uyuyamıyorum, gerçekten. son günlerde nasıl idare ettin bilmiyorum. tamam, affetme beni. ama izin ver yanında kalayım, olmaz mı?"
bokuto... inan, dört gündür en fazla üç dört saat uyuyabiliyorum. kahve beni ayakta tutan tek şey. seni çoktan affettim. ve yanımda kalmanı her şeyden çok istiyorum.
"peki." dedim sadece, gülümsedin.
•
kitabı nasıl ilerleteceğimi şaşırdım yine, batıracakmışım gibi geliyor xşnsşwnwşsnwşqm
ŞİMDİ OKUDUĞUN
listen before i go ✫ bokuaka
Fanfictionuyarı: angst - if you need me, wanna see me better hurry 'cause I'm leavin' soon - bokuaka #3 - 04.09.20 • 28.09.20