•"bokuto," dedi kollarını bacaklarına dolamış çocuk, titreyen sesiyle. "ben ölmek istiyorum."
gri saçlı olan kalakaldı. daha on iki yaşındayken ölmek istediğini dile getiren çocuk, onun en yakın arkadaşıydı.
"hayır," dedi kararlı bir sesle. aralarındaki mesafeyi çabucak kapattı, onun önünde diz çöktü. sonra kocaman kollarının arasına aldı arkadaşını. "ölmek falan istemiyorsun."
"istiyorum." diye ısrar etti çocuk. "her şeyden çok istiyorum." arkadaşının kollarının arasında olmak bile güvende hissettirmiyordu artık ona. yaşasa ne olurdu ki?
"o zaman ben de ölmek istiyorum." dedi gri saçlı olan.
"istemiyorsun." dedi çocuk, arkadaşının kollarının arasından çıkıp. "senin yaşaman gerek."
"neden?"
"çünkü bir ailen var, benim yok." bu sözleri söylemek bile ses tellerini yıpratıyordu sanki. acı veriyordu ona. daha yeni ailesini kaybetmiş bir çocuktan başka bir şey bekleyemezdiniz.
"ben senin ailen olurum ki." dedi gri saçlı çocuk gülümseyerek. yine de yanaklarını ıslatıyordu gözyaşları, arkadaşının böyle olmasına dayanamıyordu.
"gerçekten mi?" diye sordu siyah saçlı olan, büyük bir umut ve masumlukla.
"gerçekten. söz veriyorum. ama sen de ölmek istemeyeceğine söz vereceksin."
"tamam," dedi çocuk gülümseyerek. "söz."
•
o gün konuştuğumuz şeyleri kelime kelimesine hatırlıyorum, bokuto. senin benim ailem olmaya, benim de bir daha ölmek istemeyeceğime dair sözler verdiğimiz günü.
sözümü sadece iki gün tutabildiğim için üzgünüm.
ölmek. her zaman aklımın bir köşesindeydi, biliyorsun. insanlar ölmekten korkar aslında, ama ben her zaman ölmenin huzur verici olduğunu düşünürüm. bu acımasız insanların yaşadığı dünyada son nefesini vermek, kulağa güzel geliyor.
ama buna rağmen, hiç denemedim kendimi öldürmeyi. korktuğumdan ya da beceremeyeceğimden değil. ölmeyi isteyerek, verdiğim sözü çiğnemiştim zaten, sana daha fazla ihanet etmeye hakkım yoktu.
pencereme vuran yağmur damlaları, acı kahvemin odayı saran kokusu ve daha önce dinlemediğimi bildiğim bir müzik. bunlar bana huzur veren şeylerdi, aynı zamanda eskiye götüren şeyler.
insanlar kendi başlarına kaldığında böyle olur genelde. belki gün içinde, belki hafta içinde, belki yıllar içinde yaptıkları şeyler gelir akıllarına. ya da sevdikleri, mutlu oldukları şeyler.
benim aklıma iki şey geliyor. bir, annemin ağlayarak yere çöküşü. iki, senin gülümsemen.
boş boş dışarı bakmaktan sıkılmış bir vaziyetteydim. kahvemden bir yudum daha alacaktım ki, bittiğini fark ettim. bir bardak daha doldurmak için mutfağa, kahve makinesine doğru ilerledim. o sırada kapı açıldı. gelmiştin.
duvara yaslanıp elimdeki kupayla, ayakkabılarını çıkarıp içeri girişini izledim. beni fark etmemiştin bile, dalgındın sanki.
doğruldun, yüzünü gördüğüm anda anladım bir şeylerin ters gittiğini. "bokuto?" dedim seni yoklamak ve varlığımı belli etmek adına.
"akaashi." dedin sadece.
"iyi misin?" diye sordum yaklaşıp. parfümünün yanında, bir koku vardı burnumu rahatsız eden. "içtin mi sen?" aklıma gelen tek şey bu olmuştu.
montunu çıkarırken başını salladın yavaşça. "uyuyalım mı?" dedin daha sonra, konuşmak istemediğini belli ederek.
ama neden içtiğini merak ediyordum. şimdiye kadar hiç içmemiştin, hatta nefret ederdin.
"bokuto, dur." dedim elimi göğsüne koyup. "ne oldu?" yatak odasına yöneldin, yolundan çekilmedim.
"akaashi, lütfen." diye mırıldandın, gözlerin her an kapanacak gibi duruyordu.
"anlat." diye ısrar ettim. nefes verdin. bir kez daha içki kokusu firar etti dudaklarından.
tek bir kelime söyledin. "ayrıldık."
•
nasılsınız dostlarım sağlığınız yerinde mi ndşwnwwndlsnpwnwl
ben iyiyimm saiki k. izliyorum bütün gün boş boş çünkü eğlenceli
neysee umarım beğenmişsinizdir <3
ŞİMDİ OKUDUĞUN
listen before i go ✫ bokuaka
Fiksi Penggemaruyarı: angst - if you need me, wanna see me better hurry 'cause I'm leavin' soon - bokuaka #3 - 04.09.20 • 28.09.20