merciless

791 122 162
                                    


bokuto:

akaashi
okul çıkışında bulamadım seni
neredesin
(16.03)

akaashi
evde değilsin
merak ediyorum
mesajlarıma döner misin artık
(16.28)

akaashi
açar mısın telefonunu
gerçekten endişeleniyorum
(16.35)

bak gerçekten çıldıracağım şimdi
neredesin
türlü türlü şey geliyor aklıma
(17.42)

polise gitmeyi düşünmeye başladım
çıldıracağım
aç şu siktiğimin telefonunu
lütfen
(18.03)

kapıdan içeri geçip ayakkabılarımı çıkardım hole girmeden. senin ayakkabıların da buradaydı, benden önce gelmiştin doğal olarak.

"akaashi?" salondan gelen sesine cevap vermek istemedim ilk başta. sana olan sinirimin geçmemesi gerekiyordu, yaptığın yanlışın sonucunu görmen gerekiyordu.

"benim." diye mırıldandım yine de. odama yönelmiştim ki, "neredeydin?! kaç saattir arıyorum arıyorum açmıyorsun! yüz tane mesaj attım, nasıl çıldırdığımı biliyor musun?" diye hızlı hızlı konuşarak önüme geçtin bir anda.

şaşırdım, yüzün bembeyazdı. gri saçlarının bir kısmı alnına dökülmüştü dalga dalga. üstündeki tişörtün yakası açılmıştı iyice. "ben.. telefonum sessizdeydi ve-"

"umrumda değil, akaashi! hiç böyle bir şey yapmazdın, sana bir şeyler oldu zannettim! delirecektim, tamam mı?! neredeydin?"

bir adım geriye çekildim ve sana baktım tekrar. gerçekten telaşlı gözüküyordun. benim için bu kadar endişelendiğine sevinecek kadar aptal bir insanım, bokuto.

"bokuto-san, ben.. üzgünüm, seni endişelendirmek istememi-" birden kollarını belime doladığında kalakaldım. kalbim, beklemediğim bu temasla ritmini bozmuştu bile. eğer iki kelimeyle durumumu anlatacak olsam, ruhum kanatlandı, derdim.

"çok korktum, akaashi. sana bağırmak istememiştim, özür dilerim." dedin sırtımdaki kollarını biraz daha sıkılaştırarak. aşağı düşmüş ellerimi yavaşça kaldırıp beline koydum. seni her bir hücremde hissetmek isterken yapabildiğim tek şey beceriksizce sarılmaktı.

"sorun değil." diye mırıldandım zar zor.

iki dakika önce, sana sinirliydim, bokuto. yüzünü görmeyi, sesini duymayı bile istemiyordum. çünkü yaptığın şey, karnıma bir bıçak saplayıp daha sonra 'neden kanıyorsun' diye sormakla aynı şeydi. senin yüzünden düştüğüm durumdan çıkmam için beni oradan oraya sürüklüyordun.

bilmiyor musun, canımı en çok acıtanın sen olduğunu? ben sana her baktığımda içim giderken başkasına dokunmanın beni acıttığını bilmiyor musun? ben kafamdaki çığlıklarla boğuşurken attığın kahkahalar, benim kalbim kanarken bisikletten düşen birinin dizine yapıştırdığın yara bantları, ben yalnızlıktan donarken başkalarının üstüne örttüğün battaniyeler..

beni uyarsaydın böyle olmazdı belki. ben ateşim, bana yaklaşmak seni ısıtır; ama yanıma gelme, yanarsın, deseydin keşke. deseydin, sahte cennetimden kaçıp senin cehennemine gelmezdim.

kollarını üzerimden çekip mutfağa doğru sürükledin beni. "dün gece makarna yapmıştım, gel yiyelim."

daha sonra pek bir şey konuşmadan sofrayı kurduk, makarnayı ısıttık ve salata yaptık. "nerede olduğunu söyleyecek misin artık?" diye sordun.

"gün batımını izliyordum," diye mırıldandım. "hatta biriyle tanıştım." diye ekledim daha sonra. iwaizumi'yi sana anlatmak istiyordum, kişilikleriniz tamamen farklıydı aslında. anlaşabileceğinizi sanmıyordum.

"biriyle mi tanıştın?" diye sordun elindeki çatalı bırakıp. "gerçekten mi?"

şaşırmanı bekliyordum zaten. şimdiye kadar kimseyle iletişim kurmaya çalışmamıştım çünkü. insanların beni ilk gördüklerinde ne düşündüklerini biliyordum, onlarca kez duymuştum arkamdan konuşulanları. seri katil gibi duruyor, göz altlarına bak. ne kadar soğuk, gülümsemiyor bile. saçlarını da taramıyor bence, şuna baksana.

düşüncelerimden sıyrılıp başımı salladım onaylamak için. "gerçekten. iyi biri."

"hm, adı ne?"

"iwaizumi." diye cevap verdim.

"anladım." diye mırıldandın. daha sonra makarnanı yemeye devam ettin.

iwaizumi gerçekten iyi biriydi. kibirli, her şeyi bildiğini sanan biri gibi duruyordu ama aslında öyle değildi. nazikti ve karşısındaki insanı nasıl dinleyeceğini iyi biliyordu. yeri geldiğinde abilik taslıyordu, bilgiliydi. çok kitap okuyan biri olduğu sözlerinden bile anlaşılıyordu. bütün muhabbetlerin sonunda, mutlaka bir yazarın sözünü iliştiriyordu araya.

eğer bir abim olmasını isteseydim, büyük ihtimalle iwaizumi gibi bir abim olmasını isterdim.

"ben gidiyorum o zaman." dedin ayağa kalkıp. kaşlarımı çattım. "nereye? gece oldu zaten."

"yoshiko bir film beğenmiş, ona gideceğiz. çok geç olmadan dönerim."

kendimi dizginlemişken içimdeki sinir bir anda açığa çıkmıştı yine. ona karşı olan nefretimi kendimden gizleyemiyordum. adının bir cümlede geçmesi bile sinir bozucuydu.

"dönmene gerek yok." diye mırıldandım, tabağıma bakarken.

"nasıl yani?"

"gerek yok işte. bir bebek değilim sonuçta, değil mi?" dedim alayla gülerek. "kabuslarımdan korkmamam gerekiyor."

"akaashi.. sen..?" başımı kaldırdım. kapının girişinde durmuş bana bakıyordun. sizi dinlediğimi söylemeyecektim aslında ama kendimi tutamamıştım işte.

"kulak misafiri oldum da sevgilinle konuşmana, kusura bakma." dedim yüzümdeki sırıtışı silmeden. içim acırken alayla gülümsemek zor gelmiyordu. her zaman yapıyordum.

"akaashi-" sözünü kestim, açıklama yapmaya kalkışsaydın daha çok sinirlenecektim çünkü.

"neyse ne," diye geçiştirdim. "gelmene gerek yok, hadi geç kalma filme."

daha fazla kendimi tutamayacağımı bildiğim için önden çıkarak odama doğru ilerledim. odama girip kapıyı kapattım. dış kapının kapanma sesini duyduğum anda yanaklarım ıslanmaya başlamıştı bile.

acımasızdın, bokuto.

acımasızdın, acıma sızdın.

umarım beğenmişsinizdir <3

ve her bir yorumunuz için çok teşekkür ederim seviyorum sizi🥺

listen before i go ✫ bokuakaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin