Baş ağrısı, geçmek bilmeyen gözlerini açmaman için direnen içindeki o his, asla sonu gelmeyen, artık çalmasa bile kulaklarımda ezbere melodisi olan alarmımın mide bulandıran derece yüksek sesi. Bunların hepsi yetmezmiş gibi penceremden girip tam olarak benim yüzüme vuran güneş ışığı. Bazen yüksek katlarda bir yurt odasına yerleşmek istememin avantaj değil dezavantaj olduğunu düşünmüyor değildim. İnat ile açmamak istediğim gözlerimi zorlukla araladım. Göz bebeklerim etraftaki ışığı, kendine çekmeye başladığı an başımın ağrısını daha katlanılmaz bir şekilde hissetmeye başladım. Kendime şikayet etmeye ve söylenmeye başlayacağım an kendime bunu iradem yerindeyken yapmamamı söylediğimi hatırladığımda, o anlığına susmaya karar verdim. Şimdilik, bu ağrıyı ve acıyı hak ediyordum.Sonunda kendimi yatağımdan kaldırabildiğimde ilk iş olarak banyoya gidip elimi yüzümü yıkadım, dünden kalan yorgunluğumu bir nebze de olsa atabilmek ve tam alamadığım uykumu açabilmek için. Su ile doldurduğum avucumu birkaç kez suratıma çarptım ve yanaklarımdan boynuma doğru süzülen su damlalarını umursamadan kafamı kaldırdım ve aynadaki görüntüme baktım. Dağılmış siyah saçlarım her zamankinden daha çok karışarak birbirine girmiş, gözlerim, uykusuz olduğumu belirtircesine şişmiş ve gözaltı morluklarımda bu şişlikleri kanıtlar nitelikteydi. Kısacası, bitmiş hâlde olduğum doğruydu.
Hızlı süren veya sürmek zorunda olan diş fırçalama, kendimi toparlama rutinimden sonra sonunda kendimi banyodan dışarıya atabilmiştim. Pijamalarımdan kurtulup üzerime yine rahat olacak kıyafetler giyindikten sonra masamdaki sırasıyla boyutlarına göre dizdiğim parfümlerimden her zamanki gibi en çok kullandığımı seçip boynuma sıktım. Gözlerim telefonumun ekranına kaydığında kahvaltı yapmaya vaktimin olmadığını ve kafeteryaya inemeyeceğimi çoktan anlamıştım. Zaten Yuta ve Taeyong da yataklarında yoktu, yüksek ihtimalle ders saatinden daha erken egzersiz yapmak için kalkıp beni uyandırmak istemediklerinden dolayı sessizce odadan ayrılmışlardı.
Uyuşukluğumu bir kenara bırakıp sonunda odamdan çıkabildiğimde koşar adımlarla bahçeye ilerledim, en azından sabah egzersizlerini bugün bahçede yapacaktık ve temiz hava belki başımdaki bu keskin ağrıyı bir nebze olsun dindirebilirdi. Yurttan çıktıktan sonra fakültenin bahçesine ilerledim tek başıma, çoktan gözüme aylak aylak dolaşan iki arkadaşım takılmıştı. Adımlarımı biraz daha hızlandırıp aralarına girdim ve iki kolumu da omuzlarına attım. "Günaydın." ikisinden de mırıldanma ile karşılık aldığımda boş bir yerde durup birbirimizden ayrılmıştık. Yavaştan bedenimi ısıtmaya başladım aynı Taeyong ve Yuta gibi. "Basketbol takımları karşı karşıya pratik için maç yapacaklar." söylediklerinin ardından Yuta'nın çenesiyle gösterdiği kısma kafamı döndürdüm. Çoğu basketbol takımı öğrencisi aynı yerde toplanmıştı ve ısınıyorlardı. Ve iki takım kaptanı da oradaydı. Aynı zamanda alışılmadık dışında olduğu için garipsemesem de Youngho da oradaydı ve şuan Jaehyun'un yanına adımlıyordu.
Jaehyun. Dün gece yaşanılan her bir saniye hâlen daha aklımda yerlerini taze bir şekilde korurken bunu dışarı yansıtmamayı tercih ediyordum. Dediğim gibi, güzel rol yapabilirdim. Kimsenin ruhu bile duymazdı, en azından gözlerim ve tamamen kendinden geçmiş bedenim rolümü kanıtlar nitelikte olabilirdi. Her bir yaptığım rezillik gözlerimin önünden tekrar tekrar geçerken, Jaehyun ile göz göze geldim. Tamamen yanlışlıkla, istem dışı olan bir eylemdi bundan dolayı utanmamı şimdilik bir kenara bırakıp kafamı hızla çoktan sohbet başlatmış Taeyong ve Yuta'ya çevirdim. Konuştukları kulaklarıma doluyordu fakat duymuyordum. Gözlerim odağını sabit, tek bir noktaya kilitlemiş bir şekilde olduğum yerde duruyordum. Ne ısınıyordum, ne egzersiz yapıyordum.
Hiçbir zaman üzüntümü dışarı yansıtan biri olmamıştım. Kendi içimde yaşıyor, bir dal sigaramı yakıyor ve ertesi güne unutuyordum. Dediğim gibi kolay unutuyordum fakat sanırım bu hemen kolayca unutabileceğim bir durum değildi. Jaehyun'un çoktan pek bir tanışmışlığımız olmamasına rağmen benden, Youngho ile olan ilişkimizden, ayrılığımızdan veyâhut diğer her şeyden haberi olduğuna emindim çünkü o ikisi yakındı. En azından sık sohbet ediyorlardı ve sonuçta aynı takımdaydılar. Youngho'nun benim lafımı açmış olabileceğini çoktan hissedebiliyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
güneş teninde parlıyor || jaedo
Fanfictionkapımı çalıyorsun, rüzgârın esintisi dağıtıyor saçlarını.