"Doyoung kendini toparla!" koçun bağırması ile dizlerimden destek alıp kendimi dinlendirdiğim pozisyondan ayrıldım ve yayımı tekrardan sıkıca tuttum. Sabahtan beri sadece birkaç kez hedeften vurabilmiştim ve bu beni delirtiyordu. Üstelik yarın maç vardı, neden böylesine dalgın ve beceriksizdim? Belki de aklım çok doluydu, sürekli düşünmekten başka bir şey yapamıyordum. O gün Jaehyun'un dediklerinin üstüne bir kelime dahi dudaklarımın arasından sökülmemişti. Kitlenmiş kalmıştım, konuşamamıştım. 'Ne diyebilirim ki?' diye düşünmüştüm o an. Eğer bir kesinliğini bilmediğim bir doğruluğa inanmam gerekecekse bu saatten sonra bu kesinlikle Youngho'nun doğrusu olmayacaktı. O hâlde Jaehyun'un dediklerine mi inanıyordum? Bu kadar kolay olduğuna inanamıyordum fakat yine de başka seçeneğim şuanlık yok gibi gözüküyordu.Bana verdiği güven hissiyatını o an gerçekten hissetmiştim. En azından sadece doğru söylediğine karşı güveniyordum. Sürekli düşünce içinde olan kafam ne yaparsam yapayım rahatlamıyordu. Buna birde sürekli bakışları altında kaldığım ve aynı odayı paylaşmak zorunda olduğum Youngho'da eklenince hiç kolay olmuyordu. Odaya hep geç saatte sadece uyumak için gidiyordum, onun dışında tüm zamanımı Taeyong ve Yuta ile geçiriyor, otelde kafama göre takılıyordum. Ben odaya girdiğimde ise Youngho genelde uyumuş oluyordu bu yüzden rahatça hareket edebiliyordum, uykusunun derin olduğunu biliyordum. Onunla aynı yerde uyumak beni o kadar geriyordu ki istemediğim hâlde aklıma birlikte uyuduğumuz zamanlar geliyordu. Yemin ederim artık düşünmemek benim elimde olmaktan çıkmıştı. Sanki biri aklımı yönetiyordu ve ben ise ona göre düşünüp hareket ediyordum. Bu artık sporuma dahi yansıyordu ve ben toparlanamıyordum. Her gün daha da dibe batıyordum.
"Doyoung, biraz dinlen." Bileğimden tutup beni kenara çeken Taeyong ile birlikte pes ederek yerdeki çimenliğe attım kendimi. Saç diplerimi ovalarken aynı zamanda arkamdaki ağaca yaslanıp mırıldandım. "Her zaman yaptığım gibi atış yapıyorum! Neden olmuyor ki?" Omzumdan çekilmem ile birlikte Taeyong'un dizlerine kafamı yaslayıp yere boylu boyunca uzandım. "Olacak. Sadece biraz dinlenip kafanı toparlaman gerekli, bunu sende biliyorsun. Kendine zaman ayırmalısın Doyoung." Saçlarımda hissettiğim eller ile gözlerimi yumacaktım ki o an odağım karşı çaprazımızdaki basketbol sahasında pratik yapan Jaehyun'u yakaladı.
Terlemişti, yorgun gözüküyordu ve hızlı aralıklarla inip kalkan göğsünden nefes nefese kaldığını anlayabiliyordum. Üst üste basket atıyordu. Rakiplerine koz vermiyordu, hırslıydı, yorgun olsa da yenilginliğin kendisini ele geçirmesine izin vermiyordu. O an gözüme çok çekici gelmediğini söylesem yalan söylemiş olurdum. Gerçi Jaehyun'un normal şartlarda da yakışıklı olduğu su geçirilmez bir gerçekti. Bunu kabul ediyordum. Cidden farklı bir havası vardı ve karşısında olan kişiyi konuşurken kendisine hipnoz ediyordu. Konuşurken aralarda belli olan yanaklarının iki yanındaki gamzeleri, kemikli ellerini sürekli yumuşak ve parlak saçlarında gezdirmesi. Sanırım hipnoz diye bahsettiğim şey, bu etkenlerden dolayı oluyordu.
Bir dakika. Ben bunları hangi zaman aralığında fark etmiştim? Gelen farkındalık ile hızla gözlerimi Jaehyun'dan ayırdım ve uzaktan elinde kahvelerle gelen arkadaşım Yuta'ya baktım. Evet evet, biraz daha Jaehyun'a bakmamalıydım. Eğer ki biraz daha bakarsam daha çok ayrıntısını keşfetmekten korkuyordum. Benim de korkularım vardı artık. Birine güvenmek, bağlanmak, belki sevmek, kırmak ve kırılmak, özellikle de istemeden her boş bulunduğunda onu düşünmek. Yutkundum. Bu kesinlikle imkansızdı. Boşluğuma gelmiş olmalıydı veyahût son zamanlarımızda elimizde olmadan kurduğumuz diyaloglardan dolayı olmuş olmalıydı.
Önüme düşen karanlıkla en son Yuta'ya baktığım ve artık boş olan otel kapısından kafamı önüme bağdaş kurup bana kahve uzatan arkadaşıma çevirdim. Yavaşça yattığım yerde doğruldum ve dağılan saçlarımı umursamadan sıcak kahveyi yudumlamaya başladım. Hava buz gibiydi fakat kendime gelebilmem için dışarıda, soğuk yüzüme vururken çalışmalıyım diye düşünerekten iki arkadaşımı da peşimden sürükleyip bahçeye çıkartmıştım. Açıkçası, görüldüğü üzere hiç de sandığım gibi olmamıştı. "Doyoung sence?" İsmimi duymam ile birlikte daldığım çimenlerden gözümü ayırıp Yuta'ya dönmüştüm. "Ha..?" Bir iç çekiş, kolumdan sarsılmam, peşine Yuta'dan kendimi toparlamam hakkında gelen sözler ve bir çoğu. "Doyoung! Diyoruz ki, yarın maçtan sonra içmeye gidelim. Ne dersin? Hem biraz kafanı dağıtmış olursun." Yavaşça kafamı salladım. "Gideriz." Kısaca mırıldandıktan sonra avuçlarımda tuttuğum dumanı hâlâ tüten kahvemi içmeye devam ettim aynı uyuşuklukta.
![](https://img.wattpad.com/cover/240623119-288-k646989.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
güneş teninde parlıyor || jaedo
Fanfictionkapımı çalıyorsun, rüzgârın esintisi dağıtıyor saçlarını.