Kemal, direksiyonu devralmak üzere her günkü saatinde durağa gittiğinde Emre çoktan gelmişti; duraktakilerle gülüşerek laflıyor, son çayını içiyordu. Kemal'i görünce de çayının dibini bitirip karşıladı arkadaşını. Her zamanki gibi hal hatır soracak, hasılatın hesabını verecek, benzin durumunu, arabanın bilmem neresinden gelen sesi konuşacaklar sonra da herkes yoluna gidecek sanırken Kemal "Bir gelsene." dedi ona Emre. Bu "bir gelsene"nin altında başka hesaplar vardı, merakla arkadaşının peşinden gitti Kemal. Duraktakiler durumu çakmasın diye arabalarının başında durdular. Hatta Emre daha ileri gidip kaputu bile açtı. Kemal, sabırla bekledi arkadaşını mevzuya girsin diye. Arabada arıza yoktu, olmadığını biliyordu; arkadaşının derdi daha derin yerlerdeydi.
"Çaktırma ha!" Duraktakiler bir nane yemişti kesin. Kemal'in canını sıkacak laflar mı dolanıyordu acaba yine ortalarda? Bu defa Allah yarattı demeyecek, birinin ağzını burnunu kıracaktı. Ahdetmişti. Onlar yüzünden annesini de gücendirmişti, hem de olmaması gerektiği dilde yakıştırmalarla. "Şu Cemil var ya..." Kemal'in nevri döndü. Saniyesinde sıktı yumruğunu. Adamın o pos bıyıklarını çekiştirerek ağzına ağzına bin kez vurmak istedi, şiddetli bir istekle. "Biliyorum adama kıl oluyorsun ama gördün mü, çok güzel bir kızı var?" Derin bir nefesle yumruğunu gevşetti Kemal. Demek adamın şu güzel terzi kızı... Apartmanın girişine terzi Aylin yazdıran kızdan bahsedecekti Emre. O, kızlardan bahsetmeyi hep severdi ama yıllardır bahsetmeyi en sevdiği kız lise aşkı Ece'ydi. Kısa bir süre esmişti sokaklarında Ece rüzgârı. Bakkalın altındaki bodrum katta otururlar, evlerini sürekli su basar; nemden, küften sürekli astım krizi geçiren Ece sanki başka bir dünyaya aitmiş gibi okul koridorlarında saçlarını savurarak gezerdi. Emre'yle bir dönem flört etmişler, Ece'nin babasına milli piyango ikramiyesi vurduktan sonra da çıkıp gitmişlerdi. Gitmişlerdi gitmelerine ama on altı yaşının anısı ve aşkı, Emre'den bir türlü gitmek bilmemişti. Ece'yi güzel, kendini beğenmiş, garip ve anlamsız egosuyla hatırlayan Kemal, Emre'den onu hep başka biriymiş gibi dinlerdi. Zaman öylesine kalleşti ki gitgide gerçeklikten uzaklaşmış bir şekilde değişiyordu Emre'nin dilinde Ece. Kendisi de unutmuştu Kemal'e göre Ece nasıl biriydi. Sadece kalbinde bıraktığı heyecan, yaşadıkları ergen telaşlar ve ilk aşkın vazgeçilmezliği kalmıştı. Şimdi sıra Aylin'deydi. Aylin'i tastamam beş kez görmüştü Kemal. Dükkânın önünden başı önünde geçip giderken bir keresinde olması gerektiğinden de uzun bakmıştı ona. Annesinin dillere destan çirkinliğine inat çok güzel bir kızdı. Bembeyaz tenli; kestane rengi, dalgalı saçlı; ince bedenli, uzunla kısa arasında ortalama boyda bir kızdı. İşte bu kadar... Daha fazlası da umurunda değildi. Biraz uzun baktığı o günden sonra da bir daha hiç bakmamıştı ona zaten.
"O adamın kızından hayır mı gelir Emre?"
"Yok be doktor..." bu lakap üzerine fazla uzun süre yapışıp kalmıştı. Kurtulmak istese de rahatsız olduğunu ifade ettikçe daha sık kullanıyordu çevresi. "Annem diyor ki kız ne babası gibi eşkiya ne anası gibi nemrut. Su gibi duru, pamuk kadar yumuşak huylu. Anneme elbise dikmiş, eli de çok yatkınmış. Marifetliymiş!" Dudaklarını kıvırdı Kemal. Bütün bunlar ne demekti, sadede gelseydi de Emre, herkes işine baksaydı. "Annem demiş ki annesine benim oğlanla bir görüştürelim."
Kemal keyifle güldü. "Görüştünüz mü?"
"Daha değil. Kız biraz çekingenmiş. Anneme demiş ben öyle bir başıma, hiç tanımadığım adamla ne konuşayım."
Kemal içten içe haklı buldu kızı. Muhtemelen kendisi de aynen böyle annesinin uygun bulduğu ve hiç tanımadığı bir kızla sahildeki pastanede oturacak, ne konuşsam diye kıvranarak kızı tanımaya çalışacaktı. Ve tanıdığından emin olmadan, gerçekten doğru düzgün konuşabileceği biri olduğundan bile emin olmadan da evlenecekti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sevda Çıkmazı
General FictionÇıkmaza düşmüş bir sokağın sevdaya düşkün sakinlerinin hikayesi. Biraz gizemli, biraz telaşlı, mutfak kokulu bir mahalleye girdik, çıkamıyoruz.