4

4.9K 651 242
                                    










Kemal, o sabah taksiyi devrederken Emre'ye, telefonunda indirilmiş zaman kaybedici tek uygulama olan sosyal medya hesabının mesaj kutusuna bırakılmış uzunca bir yazı gördü. Öyle boy boy fotoğraflarını paylaşan, kendini göstermeye çalışan, kız tavlamak için bu uygulamaları kullanan insanlardan değildi. Takip ettiği hesaplar hep birbirinin benzeriydi. Güzel şiirler yazan amatör şairler... Bir türlü yazmayı başaramadığı halde ahenkli cümlelerin birbiri ile uyumuna kapılıp gitmekten kendini alıkoyamadığı, bir başkasının göremediğini görmeye çalışırcasına uzun uzun o cümleler üzerinde düşünen ve kiminin de garipsediği ilgisi yüzündendi bu hesaplara olan ilgisi. Bir sürü yeni yetme şair bulmuştu, bir dolu eski zaman sözü okumuştu, bir rüzgâr gibi tatlı tatlı esen kelimeler cümbüşü serinletmişti kalbini. Tüm bunlardan başka gayesi olmadığını bilen ya da takip ettiği hesaplardan ötürü kendini fark ettirmek isteyen bir yazardı mesajın sahibi. Belki yazar bile değildi ama hesabının adı buydu. "Yazarken varım." Yazan herkese yazar denmez miydi?  Meslek olarak icra etmek de şart değildi Kemal'e göre. Birkaç gün önce onu takibe almış, dün akşam da bir mesaj atmıştı. Belirsizdi demek istediği, okunulasıydı her ifadesi. Şöyle söylüyordu: "Tenha yerlerde adım adım, kalabalıkmış gibi yürürken geldi burnuma şehrin atmak istediklerinin kokusu. İğrendim önce ondan, sonra imrendim; şehir bile silkeleyip atabiliyordu da ben neden taşıyordum bunca pisliği?" Tükenmiş insanlar ordusuydu ona göre herkes. Kimse mutlu değildi, en mesut görünenler en sahtekârlar, en dibe batmış olanlar ise çabuk kabullenenlerdi. -mış gibi yapmaktı çoğununki. Bundan mı bahsediyordu yazar? Bahsediyordu ise sesini neden illaki o duysun istemişti? Rast gele bir edebiyat sevdalısı seçmiş olmalıydı kendine. Son günlerde sosyal medya fenomenliği diye bir meslek edinmişti insanlar. Onlar gibi olabilmek için takipçi topluyor olmalıydı. Düz siyah zemin üzerine beyaz daktilo yazısı ile yazılmış üç beş paylaşım dışımda hiçbir şey yoktu hesabında. Yazarken var olanların yanında bir de okurken var olanlar vardı. O da takibe aldı. Madem yazmaya dünden hevesli biriydi o da okurdu olur biterdi.

Eve gidip sıcak bir duş aldıktan hemen sonra uyuyacak, ardından annesine yardıma gidecekti. Sabahtan gelme demişti kadın, bazen  akşamdan işleri kolaylıyor, oğlu sabahtan dinlensin istiyordu. Yine o günlerden biriydi işte, öğlene kadar uyur, öğle yemeği müşterilerine yetişirdi. Küçük esnaf lokantasıydı  dükkânları, zamanla ev yemekleri yapan bu yer daha popüler olmuş, bazı günlere ev sahipliği yapan kadınların pasta börek siparişlerini de alır olmuştu. Kemal, babasından el almıştı. Aşçılığı seviyordu; yemek pişirmeyi, tencerede dönen kaşığın sesini, harmanlanan yiyeceklerin ateşle dövüldükçe çıkardıkları kokuları, bıçağın kesme tahtasıyla uyumunu, kapının girişinde duvar dibine asılmış kurutulmuş sebzeleri, tezgahın üzerindeki rafa büyükçe kavanozlarla dizilmiş bakliyatların rengarenk şölenini, şerbetin limonla buluştuğunda rengini sarıya dönüştürüşünü, maydonuzun yapraklarından ayrılırken ki sevincini, babasından kalma bu mutfağı, annesi ile içeride biriktirdiklerini... Ancak şu pasta işinden hiç mi hiç haz etmiyordu. İleride annesi evinde beklerken oğlunu, o da dükkânda pasta pişirecek değildi. Bu günlere sipariş götürmek popülerleştikçe vazgeçilmez olacaktı onlar için de. Alırdı yanına bir pastacı, ee bir de siparişleri teslim etmek için motosiklet. Şu an evlere teslimat yapmıyorlardı ama yapmak gerekecekti. Herkes kendisi gelip almak istemeyecekti. Çünkü öyle bir devre sürükleniyordu ki insanlar, herkes hayatı oturduğu koltuktan yaşamak istiyordu.

Islanan kısa saçlarının çabuk kuruyacak olmasına güvenip, banyodan çıkar çıkmaz giyinmeden girdi yatağına. Üzerindeki bornoza sarıldı, yün yorganının ağırlığında derin bir uykuya daldı. Kaç tane rüya gördüğünü bilmiyordu ama en son gördüğü rüya onu uykudan uyandırdı. Şu yazarken var olan kişi... Belki erkek belki kadın, nedense kadın olduğunu düşünüyordu, erkekler kadınlar kadar edebiyata meraklı değillerdi. İşte onun bir kitabını buluyordu, eski püskü kitapçılardan birinin rafında. Adam, nasıl bir tipi olduğu tasvir edilemezdi, çünkü silik bir yüzdü rüyasında, uyandığında da hatırlamıyordu, bu yazarın çok meşhur olduğunu, kitaplarının milyonlar sattığını söylüyordu. Anlamsız şekilde seviniyordu rüyasında. Kitabı satın almak istiyordu fakat kitapçı öyle yüksek bir rakam söylüyordu ki karşılığında dükkânın önüne park ettiği arabasını adama satması gerekiyordu. Ve sattı...

Sevda ÇıkmazıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin