7

3.5K 590 221
                                    


Düşünceler derya deniz, yine aynı saatte, sabahın ayazında bir mesaj aldı Kemal. "Bazen düğüm düğümdür çığlıklar. Sen bağırırsın fakat çözülmez düğümler." Yüzünü ovuşturarak çıktı merdivenleri. Bir an önce başını yastığına koymak, çok derin, tertemiz bir uyku çekmek istiyordu. Sabaha kadar direksiyon sallamıştı, üç sarhoş taşımıştı ta karşıya kadar. Parasını vermeyecek olduklarında da hır çıkarmak zorunda kalmıştı. Pataklamıştı biraz, Allah var ayakta bile duramıyordu ayyaşlar, bir tanesi bir fiske dahi vuramamıştı Kemal'e. Yere yıktığı herifin birinin cebinden de almıştı taksimetrede yazan kadarın beş lira eksiğini. Kendini gaspçı gibi hissettirmişti bu yaptığı ama onların yaptığı içkinin zihin körlüğüne saklanıp adam dolandırmaktı. Kemal böylesine hayatta müsaade etmezdi, rızkını elinden alanın gözünün yaşına bakmazdı. Böylesi bir geceden sonra çığlıklar da düğümler de uyusalar iyi edeceklerdi. Fakat uyumadılar. Rüyasında düğüm halinde yılanların çığlıkları vardı. Korkunç, askıntı bir his bırakan bu rüyadan uyandığında evin içine gizlenmiş bir hıçkırık sesi duydu. Kalktı yatağından, mutsuz yüzü ile odasının en kuytusuna gizlenmiş ağlıyordu kız kardeşi. Göz göze geldikleri an saklandı, başını gömdü yastığına ve bağırdı.

"Git!"

Bu küçük kız bilmiyor muydu onu böylece bırakıp gidemeyeceğini? Ne için ağlıyor olabilirdi? Markalı, pahalı bir ayakkabı değildi herhalde hayatının içine eden, ya da benzeri yoksunluklar. Babasız büyümüştü, çok çalışan bir anne oğulun yanında en kıymetlileri olmasına rağmen en görünmezi gibi kıyıda, kenarda kalmıştı. Bunlar mıydı kimine göre hiç denecek yoksunlukları olmazsa olmazı etme nedeni?

"Irmak!"

"Abi git kalbini kırarım."

Öyle üç beş sözle kırılmazdı kalbi. Böylesine tehdit ederek delik deşik olan kendi kalbini de gizleyemezdi.  "Kırsana!" Biraz sert çıkmıştı Kemal'in sesi. Başına gelen her şeyden haberdar da, kim kimin neresini kırıyor diye meydan okuyan bir sesle. Kesinlikle vazgeçmişti Irmak kalkıştığı işten bu defa ama yaşanmışlıklar vardı üstüne çullanıp duran, sen ne yaptın diye üst üste tokadı basan. "Hadi kaldır yüzünü de kırsana kalbimi!"

"Git diyorum."

"Gitmeyeceğimi biliyorsun."

"Ya git, git, git!" Üst üste yumrukladı yastığını. Taşa değer gibi kızardı eleri yumruklarını sıktığından. Bileklerinden birini yakaladı Kemal, zorlukla çekti kardeşini göğsüne, çırpındı, kurtulmak istedi yediği her halt kirletecek abisini de diye korkarak. Abisi hiçbir şeyin farkında değildi oysa, küçük kardeşini anlamak, dinlemek isteyen bir zavallı gibi debeleniyordu. Onu kendine doğru bastırırken Kemal, yüzünü gömecekse kendi sıcaklığında denemeliydi bunu ve yalnızlığını belki kısmen de olsa ört bas edebilirim diye düşündü genç kız.

"Biz kardeşiz," dedi iki defa. Tek seferde anlaşılmamış olduğundan değil söylenecek söz bulamadığından tekrarlamıştı bu iki sözcüğü Kemal. "Bizim birbirimizden başka kimimiz var? Anlat bana, anlat hadi ne oldu?" Nasıl anlatırdı, ne cüretle? Yine de biliyordu ki elle tutulur hiçbir şey anlatmazsa abisi peşini bırakmayacak, ısrar edecek, sürekli arayacak, didikleyecek ve sonunda öğrenecekti. Allah korusun, onun her şeyi öğrenmesi felaketi olurdu. Bir daha ailesinin yüzüne bakamayacak olması şurada dursun, darmadağın olurdu abisi, hayal kırıklıkları içinde perişan halde acıyacak olan canının çıngısı yokken bile sıçrıyordu daha şimdiden üstüne başına. Bunu abisine yapamazdı, fakat yapmıştı. İlk şoku atlattıktan sonra döverdi bile onu Kemal. Bir tokadını yediğinden söylemiyordu bunu. Vurmamıştı bugüne dek tek bir fiske bile ama Kemal'in kaldıramayacağını biliyordu. Öfkesini alabilmek için duvarı yumruklayacağından, daha da baş edemezse  Ece denen kadını tartaklayacağından ve sonunda güçlü ellerinden kendisinin de payını alacağından emindi. Ece onu açık edecek, ipliğini pazara çıkaracak değildi. Ancak Emre ile görüştüklerini söylememiş miydi daha dün? Onun evinde yatılı kaldığından, imalı bir şekilde aslan gibi erkek olduğundan, taşı sıksa suyunu çıkaracak kuvvette elleri olduğundan, yine de onu kibarca okşadığından bahsetmemiş miydi? Arsız kadın; nefret ediyordu ondan. Başına ne geldiyse onunla rastlaştığı, tesadüfen sohbete girip Sevda Çıkmazı'nda oturduğunu söylediği gün gelmişti.

Pahalı markaların mağazalarının bulunduğu bir alışveriş merkezinin orta katında, bir çantayı evire çevire incelerken çanta üzerinden açılan konuşma nasıl olup da Sevda Çıkmazı'na gelmiş, Ece de gösterişli kıyafetlerine, zengin görünümlü saçına başına rağmen bir zamanlar  orada oturduğunu söylemişti anlamamıştı Irmak. Şimdilerde anlıyordu ki, kadın onu ve onun gibi paraya ihtiyacı olan, zenginlerin takıldığı mağazalara ağzının suyu akarak bakan kızları avlamak için geziniyordu oralarda. Irmak tıpkı onun babasına vuran piyango bileti misali ikramiye olarak karşısına çıkmış, Ece de bu fırsatı kaçırmamıştı. Önce reddetmiş, sonra onunla birlikte bir deneme yemeğine çıkmış, yanındaki adamlardan ve kendinden tiksinmiş koşarak yanlarından uzaklaşmıştı. Tekrar telefon edip asıl patronla tanışmayı kabul edişi arasında çok zaman yoktu. Her şeyi başına kendisi, daha doğrusu Emre'ye olan talihsiz aşkı ile cebine girmeyen paraya ulaşmak isteyişi sarmıştı. Okuldaki gösteriş budalası kızların yanında, çakma kıyafetleri ile yer bulamayışı da katmerlemişti. Şimdi kollarının arasında ağladığı abisine hangisini anlatsa anlardı ki? Demez miydi, ben babam öldüğünde senin yaşındaydım. Geleceğimi, hayatımı senin için, sana, anneme bakmak için ezip geçtim de senin bana reva gördüğün kepazelik bu muydu diye?

"Hadi kalk," dedi bütün bunlar yerine Kemal. "Seninle abi kardeş biraz hava alalım, şu çok istediğin ayakkabıları da havanın yanında alalım, uzun zamandır baş başa kalamamıştık dertleşelim biraz." Ne kadar istemediğini söylediyse de ikna olmadı adam. Yarım saat içinde kol kola girip çıktılar evden. Yol üzerinden annesine uğradılar. Kadın aç karnına yollara düşmesinler diye yemek yemelerini söylediyse de Kemal bugün kardeşine dışarıda ne isterse onu ısmarlayacak, her Allah'ın günü yedikleri, milletin de yemek için kuyruklara girdiği kendi yerlerinin yemeklerinden yemeyeceklerdi.

"Eh," dedi Cennet. "Ne yapalım bugünlük de o pis şeyleri yiyin bakalım."

Tam çıkacaklarken yola Özlem apartmanının önüne iki polis arabası birden geldi. Bir hengame koptu gitti, kalabalık doluştu sokağa. Polisler apartmana girdi, yoluna gidecekse de şu sokak sakinleşmeden gitmeyecekti Kemal. Hemen kulaktan kulağa yayıldı olanlar. Polisler  Filinta Cemil'i almaya gelmişlerdi. Cinayet şüphesiyle aranıyordu Cemil.

"Sen içeri gir," dedi puslu bakışlarıyla sokağa bakan annesine Kemal. "Bize ne? Ne haltı varsa yesin, bize uzak cehenneme de direk olsun." İkiletmedi Cennet, mutfağa girdi. Kemal ile Irmak yola düşerken Çelebi de koşarak geldi patronunun yanına. Cemil evde yoktu, kızı ağlıyordu, belki karısı da ağlıyordu ama başını o evden dışarı çıkarmıyordu ki nemrut kadın görebilsin. Çelebi, Leman'ın nemrutluğunu da Cemil'in mazideki serseriliklerini de bilemeyecek kadar ufaktı. Yine de bu sokaktandı, duyduklarından hemen bir sepet yapar, gördüğü göremediği herkese o sepetten tutam tutam dağıtırdı laf karmaşası dolu keselerinden.

Önce annelerinin pis dediği sokak yiyeceklerinden birini yediler. Daha sonra Irmak ne kadar istemediğini söylese de o çok istediği üç ayakkabı alınacak fiyata çok istenen o ayakkabıyı aldılar. Yavaş yavaş zihni dağıldı Irmak'ın, kendini daha iyi hissetmeye başladı. En son da şu pahalı kahvecilerde birlikte oturdular. Irmak etrafına bakınarak konuşmaya başladı.

"Bizim okuldaki o salaklar beni seninle görseler, Irmak ne yakışıklı sevgili yapmış diye kıskançlıktan çatlarlar."

Başkalarının hissedeceği her şey ne kadar da önemsediği şeydi böyle. Kendisi yaş alıyordu, kardeşi büyüyordu. Zamanla bunu daha az ve belki de hiç önemsemeyen bir yetişkin olmasını diledi. Yoksa başkaları diye diye yaşayan, kendinden habersiz, fikir budalalarından biri olurdu.

"Ben bir gün okula geleyim, madem çatlatacağız."

"Sahi gelsene."

"İstediğin bu olsun, çıkar gelirim."

Sevda ÇıkmazıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin