5

3.7K 600 222
                                    


"İnanmıyorum!" Bol kahkahalı neşeli bir çığlık kopardı Ece. Bunca zaman sonra ilk aşkı Emre karşısındaydı ve onu tek seferde, görür görmez tanımıştı. "Kenara çek kenara." Araba durana kadar oturduğu yerde çocuk gibi çırpınmış, yerine sığamamıştı. Araba durur durmaz da kendisini ön koltuğa atmıştı.

"Var ya..." derken bir anda sarıldı Emre'ye. "Bu öyle böyle bir tesadüf değil." Emre önce kolları boşlukta bekledi, sonra da tutukluğunu yenip Ece'nin sırtına tek koluyla sarıldı. Avucunun değdiği yer göğsünün hemen altındaydı ve kız bedenine yapışmış, hasretle kucaklamaya devam ediyordu onu. Yanaklarını öperek uzaklaştığında, ağzı açık bir halde "Ne kadar değişmişsin!" dedi. Bunun iyi bir söylem olduğunun farkındaydı, Ece apaçık beğenmişti onu. Değişmişsin diyordu, sivilcelerin gitmiş, omuzların genişlemiş, yüzün oturmuş, yakışıklı, çok yakışıklı olmuşsun, diyordu. Ya da buna benzer şeyler demekti değişiklikten kastı.

"Sen hiç değişmemişsin."

Sırıtarak dişlerini gösterdi Ece. "Bak," dedi dudaklarını germekten garip çıkan sesiyle. Toparladı ağzını, "Dişlerim artık eğri mi?" Zaten Emre de onu eğri dişli hatırlamıyordu. Şimdi ki kadar pasparlak, düzgün de hatırlamıyordu. Aslında Emre, kızın dişlerini hiç hatırlamıyordu.  Ne kadar doğal, samimi, hesapsız, kitapsız, içten diye düşündü Emre. Yalandan gizlemiyor kendini, ben öyle her erkekle konuşamam pozu da kesmiyordu, rahattı, kendi gibi, hissettiği gibi. Yıllar sonra bir görüşte onu yeniden etkileyecek olduğunu tahmin bile edemezdi ama etkilenmişti işte.

"Dişlerin de sen de çok güzelsiniz. Hep güzeldiniz!"

"Gel sana bir kahve ısmarlayayım."

"Olur mu ben sana ısmarlayayım?"

Bu kadar zaman sonra ben, sen diye sürtüşüp durmayacaktı Ece. Fark etmezdi, üç kuruşluk kahveyi kimin ısmarladığı. Emre, trafiğe çıktı ve çok yakınlarda kahve içebilecekleri bir yerde durdu. Poşetlerini bıraktı arabada Ece, bu Nişantaşı'na yine birlikte gidecekleri anlamına geliyordu. Nişantaşı'na giderken taksimetre açmayacak olmayı daha o an koydu kafaya Emre. Karşılıklı oturduklarında, Ece yeni moda kahvelerden birini istedi. Bu kahvelerin isimlerini Irmak da biliyordu. Mahallenin dışına çıkmamış kendisi dışında herkes de biliyor gibiydi. Kesin Kemal bilmezdi. Bilmediğini de zerre önemsemezdi. Kendini sırf bu yüzden yetersiz hissettiğini söylese salak mısın oğlum sen derdi kesin. Bahsetmeyecekti, kahve adını geçip pekâlâ sadece Ece'yi anlatabilirdi. Ne kadar da şaşıracaktı Kemal?

"Ee demek taksi şoförüsün?"

Küçümsememişti aslında onu kız ama üstüne başına, masanın üzerine bıraktığı telefonuna bakılınca küçümseyebilecek kadar da varlıklıydı. Gerçi kendi telefonu da borçlarına hatırı sayılır bir kazık olarak yorumlanacak pahadaydı ama kızınki daha üst modeli olmayanlardandı. Kemal bunu da garipserdi. Telefonlar neden gelirlerin üzerinde derdi. İnsanlar üç aylık gelirlerini tamamını telefona veriyorlar sonra da soğan ekmek yiyoruz diye ağlıyorlardı. Soğan da son zamanlarda pahalanmıştı. Kemal'i, engin düşüncelerini bir kenara bırakacaktı ki arkadaşının kılığından kıyafetinden, cebindeki paradan, yaşadığı hayattan hiç gocunmayan kendinden eminliğini taklit ederek cevap verdi.

"Şoförüm evet. Sen ne iş yapıyorsun?"

"Modelim ben." Bu ne demek anlamayabilir diye düşünüp tanımı açtı Ece. "Mankenlik yapıyorum." Manken denecek kadar uzun değildi ama yüzü güzeldi, çok güzel. Boy o kadar da mühim değildi demek.

"Seni ne kadar çok aradım biliyor musun Ece?"

Tabii ki de biliyordu. Emre, ondan vazgeçmeyecek arayacak, görüşmek isteyecek, babasının parasıyla edindiği yeni çevresi, zengin hayatı ile örtüşmeyen sevgilisi ile rezil olacaktı. Bilerek buldurmamıştı işte kendini. Tüm iletişimi bile isteye kesmişti. Böyle söylemedi! Şu sıralar çevresinden, zengin hayatından, parayla örtüşen her şeyden nefret ediyordu. Emre nasıl böyle bir zamanda ilaç gibi gelmişti ona.

"Ya gerçekten mi?" Takındığı rol onu Emre'nin gözünde daha masum yaptı.

"Neyse, üzerinden bu kadar zaman geçtikten sonra önemi yok." Hızla kızın parmağındaki iki yüzüğe baktı. Hiç evlilik yüzüklerine benzemiyorlardı. "Evlendin mi?"

"Bir kere." Umursamazca bir sigara yaktı Ece. Bu sigara için oturmuştu balkon kısmına. Açık hava ısıtıcılarına rağmen biraz da soğuktu ama kahvesinin yanında mutlaka sigara içmeliydi. "Yirmi dört yaşındaydım ve bir seneye kalmadan boşandım."

Üzüldü buna Emre. Keşke hiç bir erkek dokunmadı bana, hep seni bekledim gibi beylik laflar etseydi diye düşündü.

"Sonra başkaları da oldu ama evlenecek kadar yatmadı aklım."

Kendini kutsal bakire gösteren kızların geçmişinin daha kirli olduğunu söylediğini hatırladı Kemal'in. Bu kız dümdüzdü, cetvelle çizilmiş bir doğru gibi. Kendini yalanlarla değiştirmiyor, olduğu gibi anlatıyordu.

"Sen, sen evli misin?"

"Değilim."

"Hep mi bekârdın?"

"Seni bekledim." Önce bomboş bir ifadeyle söyledi bunu sonra da güldü.  "Bizim sokağın en güzel kızı sendin."

"Artık yeni güzeller mi geldi?"

Aylin hiç aklına gelmedi Emre'nin. Dudaklarını kıvırdı, düşünceli bir tavırla ardından da "Hala seni geçebilecek kadar güzeli yok," diye ekledi.

Gururla parladı genç kızın koyu kahve gözleri. Kumral saçlarını işveli bir tavırla savurup sigarasından tutkulu bir nefes aldı.

"Eskiden sen de sigara içerdin."

"Kemal'le birlikte ani bir kararla bıraktık, çok oldu."

"Aa Kemal, Brad Pitt! O ne yapıyor, hala öyle kibirli ve kimseyi beğenmez mi?"

"Beni beğenir."

"Siz ayrılmaz ikiliydiniz. Ne iş yapıyor? Eminim büyük adam olmuştur."

"Çok büyük adam, adam gibi adam işte. Tıp fakültesini yarım bırakmak zorunda kaldı. Babasını kaybetti, annesi, kız kardeşi... Tahmin edersin, zorunluluklar. Babasından kalma lokantanın en lezzetli yemeklerini yapan aşçısı, aynı zamanda arabanın ortağı." Balkondan görünen arabasını işaret etti Emre. Ece, dingin bir ifadeyle dinlemişti onu.

"Çok güzel kadındı annesi. Babası da bir o kadar yakışıklı. Ama adam bana hep emredersin karıcım diyen sünepe erkekleri hatırlatırdı. Ben sert erkek severim." Kahretsin ki, biraz şımarık, ciddiyetsiz ve sert denilmeyecek erkeklerdendi. O mevzulara hiç girmedi. "Kahveni içsene."

Kahve kimin umurunda dercesine Mecnun misali sadece gözlerine baktı Ece'nin Emre. Bir neşeli kahkaha daha patlattı Ece. "Sokağın en yakışıklı iki adamı sizdiniz. Hala öyle misiniz? Platonik âşıklarınız çok mu?" Emre elini salladı ooo dercesine. "Annem çok anardı bir zaman sizleri, zamanla unuttu."

"Onlar nasıllar? Baban annen."

"Köye gittiler."

"Hangi köye?"

"Çocukken yaşadıkları köye. Görüşmüyoruz."

"Neden?"

"İşte bu mankenlik işinden dolayı reddettiler beni. Ben de onları dünden reddettim. İnsana manken diye orospu muamelesi yapıyorlar."

Bu itham çok ağır geldi Emre'ye. Sarsılmış bir şekilde masanın üzerindeki ellerini indirdi. Ece'nin bir anda büründüğü ciddiyetten çıkıp yeniden gülüşünü izledi. Kaşla göz arasında bir sigara daha yakmıştı.

"Anlatsana kimler öldü başka mahallede?"

"Ölenleri mi analım?"

"Yaşayanları analım o zaman? Kemal'in kız kardeşi Irmak nasıl? Annesi kadar güzel bir genç kız oldu mu?"

"Şahane!"

"Ne erkekler vardır peşinde?" Bu bahisten rahatsız oldu Emre. Dünkü çocuktu Irmak, hangi erkeği peşine takacak dişiliği vardı ki? "Benim evim Nişantaşı'nda Emre. Bir gün bana gelsene sana yemek yaparım."

Nasıl bir daha görüşmek istediğimi söylerim derken altın tepside sunulmuştu ona fırsat. Öylesine sevindi, öylesine şaşırdı ki bir çırpıda "Ne zaman?" diye sordu.

"Bu akşama ne dersin?" 

Sevda ÇıkmazıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin