Onu arabanın ön koltuğuna oturturken bakındı etrafına Emre. Bu tehlike nerde, kimler musallat olmuştu bu kızın başına. Yerine geçti, uzanıp genç kızın emniyet kemerini kendi taktı. Torpidodaki suyundan verdi. Su yatıştırırdı. "Ağlama hadi, iç suyunu, geçti bitti. Geçti!" Neyin geçtiği konusunda zerre fikri yoktu Emre'nin. Allah vermesin baş edilemeyecek bir dert olmasaydı, Kemal'i işte o zaman kimse tutamazdı. Arabayı çalıştırdı, yönünü Sevda Çıkmazı'na çevirdi.
"Sakın abime söyleme, sakın!" Neyi, ne kadarını söyleyeceğine henüz karar vermemişti.
"Abinden gizleyemeyiz."
"Ölümü gör Emre Abi, ne olur söyleme. Abim canıma okur benim."
"Ne yaptın da canına okuyacak Irmak? Neler olduğunu anlatacak mısın bana?"
"Abime söylemeyeceğine söz verirsen anlatacağım."
"Tamam, bir yere çekeyim arabayı, sen de ağlayıp durma, sakin sakin anlat anlayayım. Zaten kafam kazan."
Başka çaresi yoktu sanki Irmak'ın. Bu adamlarla tek başına mücadele edecek gücü de... İyi de bütün bunları nasıl anlatırdı Emre'ye, nasıl utanmadan bakardı bir daha yüzüne. Kaybedecek neyi vardı ki? Emre ile arasındaki her şey bugünkünden daha farklı olmayacağına göre onun abiliğinden, cesaretinden, korumasından faydalanabilirdi.
"Beni bu beladan ancak sen kurtarırsın." Emre abi, o bela her neyse ümüğünü sıkmaya hazır olduğunu gösterircesine başını salladı. "Çünkü ipler onun elinde, Ece'nin. Ece de seni seviyor, dinler seni."
"Ece'yi nerden tanıyorsun sen?"
"Abime söylemeyeceksin değil mi?"
"Söz verdim söylemeyeceğim."
Alışveriş merkezinde karşılaştıkları günden başladı Irmak, birlikte oturup sohbet ettiklerinde Ece'den çok etkilendiğini, kılığından kıyafetinden, saçlarından ayakkabılarına kadar gözünü boyadığından bahsetti. Önce babasının zamanında kazandığı serveti telef ettiğinden, insanın bir kere zengin hayatına alışınca ondan vazgeçemediğinden dem vuruşlarını tek tek anlattı, Emre'ye.
"O gün benden numaramı istedi, mutlaka görüşelim, dedi. Ben de verdim. Hiç bilmediğim biri değildi sonuçta, hatırlıyordum da üstelik onu. Siz liseye giderken el ele gezerdiniz onunla. Hemen ertesi gün aradı beni. Boğaz manzaralı bir restorana götürdü. Orta yaşlı bir adamla tanıştırdı. Modellik yaptığı yerin, ajans falan oranın sahibiymiş. Birkaç fotoğrafımı çekip asacağını, iş çıkarsa bana da haber vereceğini söyledi. Basit modellik işleri, açılışlarda falan dikilip duruyorsun dedi Ece. İnandım ben önce. Fotoğraflarımı çekmeden önce bir stüdyoda hazırladılar beni. Albenili giyecekler giydirdiler süslediler falan. Sonra da fotoğraflarımı çektiler. Herkes çok güzelsin çok güzelsin dedikçe meşhur olmuşum gibi hissettim. Nişantaşı'nda oturuyorum dedi bana Ece, senin telefonundan bile daha pahalısı, en pahalısı vardı cebinde. Kulüplere gidiyordu geceleri, eğlence yerlerinden fotoğraflar gösteriyordu, alışveriş merkezlerinde dilediğini alabiliyordu. Hepsi ile boyadı benim gözümü. Bir anlık boşluğuma geldi. Yoksa ben bunları yapacak kız mıyım Emre Abi?"
"Neleri yapacak kız mısın?" Tüm duyduklarının ardından ne çıkacak diye öylesine merak ediyordu ki Emre yüzünde tek bir mimik oynamıyor, pür dikkat dinliyordu genç kızı.
"Meğer yaşlı başlı adamlara satıyormuş o tanıştırdığı adam kızları. Ece'yi de..." Emre'nin gözleri büyüdü. "Ben akşamları çıksam bile on birden önce evde olmalıydım. Dükkâna her Allah'ın günü gitmiyordum nasılsa, evde ders çalışıyorum diye annem de çağırmıyor zaten. O akşam gel dedi seni kanal sahibi bir abiyle tanıştıracağım. Bir dizi var, unuttum adını, dizi izlemiyorum ki ben. Onda oynatacak seni, çok beğenmiş fotoğraflarını dedi. Kimsenin olmadığı çok lüks bir yerde iki adamla birlikte yemek yiyecektik. Bunlar hep içki içiyorlardı. Ben içmedim ama ısrar edip durdular. Sonra adamlardan biri sarkıntılık etmeye başladı bana. Ben de sinirlendim ben içeyim diye önüme bıraktıkları bardağı attım suratına. Koşarak kaçtım, kapıdan çıkarmadılar beni. Ece gelip anlattı, adam çok para verecek dedi. Bir yandan dışarı çıkmama izin vermiyorlar, bir yandan tepemde Ece konuşuyor. Düşüneceğim dedim, ama şimdi gideyim izin verin. Gönderdiler beni." Derin bir nefesle açık açık oh çekti Emre.
"Çok şükür."
"Ama sonra telefon edip kabul ettim tekliflerini."
"Ne?"
"Saçmaladım." Yeniden ağlamaya başladı Irmak. "Kendimi çok yalnız hissediyordum. Mutsuzdum!"
"Nasıl yaptın bunu Irmak?"
"Yapamadım. Bir sözleşme imzalattılar bana. Sonra ilk işte beceremedim. Beni bıraktıkları adamın kolunu ısırdım, kaçtım oradan da. Sözleşmede bağlayıcı şeyler varmış. Tehdit edip duruyordu beni Ece. Numaramı değiştirecektim. Bugün okul çıkışına bir adam geldi. O geceki adam ölmüş. Hem de o gece. Yanında en son beni görmüşler. Bana dedi ki eğer benimle gelmezsen ömrün hapislerde geçer. Ben kimseyi öldürmedim ki."
"Tamam tamam," yeniden sarıldı Emre Irmak'a. Öyle büyük dehşete kapılmıştı ki tüm bunları Kemal'den gizlemek her şeyi tek başına göğüslemek imkansız gibiydi gözünde. "Ben yanındayım Irmak, ben yanındayken sana kimse hiçbir şey yapamaz." Hiç bilmediği bir âlem, anlamadığı türden hayatlar, saçma sapan ilişkiler. Ece! Adı yankılandı zihninde. Irmak'tan uzaklaştı.
"Şimdi bana bir bak," kaldıramıyordu yüzünü eğdiği yerden kızcağız. "Bir plan yapmalıyız. O sözleşmeyi Ece'ye aldırtmalıyız."
"Seni seviyor," dedi mırıl mırıl bir sesle Irmak.
"Sevgisi batsın onun. Ama bir süre batmasın kalsın. O alabilir mi dersin? Yüzüme bak Irmak, yüzüme."
"Utanıyorum."
"Benden mi? Ben senin abinim kızım, insan abisinden utanır mı?"
"Çok utanıyorum. Anlatmak zorunda olmasam... Yalvarıyorum abime anlatma, çok üzülür, çok kızar, ömür boyu affetmez beni."
"Tamam, söylemeyiz abine. Hem abine niye söyleyelim işin ucunda Ece varmış, ben daha kolay halletmez miyim? Hı?"
"O çok kötü biri. Kan emici bir pislik." Buna inanmak canını çok fena yaksa da onayladı kızı. "Bana dedi ki Emre ile görüşüyorum ben, birlikteyiz. Ne olduğumu biliyor. O kadar fena bir iş olsa birlikte olur mu benimle? Sanki başkasıyla evlenmeyecek de onunla evlenecekmişsin gibi beni kandırmaya çalıştı. Senin adınla güven duyayım istedi."
"Bana seni tanıdığından hiç bahsetmedi."
"Öyle pişkin, ucuz bir kadın ki..."
"Kısaca fahişe diyoruz onlara." İrkildi Irmak, şaşkın baktı Emre'ye. O değil miydi bir türlü unutamayan Ece'yi. Şimdi kendisine yapılanları duyduktan sonra vaz mı geçmişti? "Adamın adını biliyor musun Irmak?"
"Hangi adamın?"
"Öldü dedikleri adamın, sahiden ölmüş mü bir araştıralım."
"Hayır. Adını söylemedi kimse. Yaşlı, belki altmışında belki yetmişinde şişman bir adamdı. Siyah, mercedes bir arabası vardı."
"Nasıl bulaştın bu işlere Irmak sen? Kızım sen toz bulaşmış suda bile yıkanmadın bugüne kadar. Nasıl kıydın kendine? Hayal kırıklığı yaşattın bana, çok büyük."
"Pislik gibi mi görüyorsun beni? Ece gibi fahişe mi diyorsun içinden?"
"Ben seni nasıl öyle görürüm? Saçmalama! Şimdi seni evine götürmeden önce gidip numaranı değiştirelim. Sonra da kapını kilitle ve kimseye açma. Birkaç gün de okula gitme. Ben o sözleşmeyi onlardan alacağım, öldü dedikleri adamı da araştıracağım. Muhtemelen seni korkutuyorlar. Alakan yok!"
Emre'nin liderliğinde söylediklerini birer birer yaptılar. Yeni bir hat aldı, diğerini çöpe attı. Sevda Çıkmazı'na Emre ile birlikte girdi, arka yoldan eve ulaştı. Emre onu eve kadar çıkardı, daireden içeri girmeden bir kez daha tembihledi. Çıkmayacaktı evden, ondan haber gelene dek okula da gitmeyecekti. Aralarında ömürlük sır olarak kalacaktı bütün bunlar, yıllar sonra birbirlerine bakıp gizlice gülecekler ve sadece ikisinin bildiği bir anlamı olacaktı o gülüşün. Artık ağlamasına gerek yoktu Irmak'ın, ne bedel ödeyecek olursa olsun Emre bu işi hali yoluna koymadan rahat etmeyecekti. Söylediklerini dinledi, anladı ve sonuna dek güvendi adama genç kız. Gitmeden evvel de son kez durdurdu onu.
"Bana çok kızdın mı?" diye sordu.
"Kızdım," derken Emre elini sancıyla kıvranan kalbinin üzerine koydu. "Canımı çok fena yaktın. Dua et, dua et de kurtulalım şu beladan. Yoksa canını yaktığın tek kişi olmayacağım."
Kapadı kapıyı Irmak, ardından oturdu yere. Kesik kesik yeniden ağlamaya başladı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sevda Çıkmazı
Ficción GeneralÇıkmaza düşmüş bir sokağın sevdaya düşkün sakinlerinin hikayesi. Biraz gizemli, biraz telaşlı, mutfak kokulu bir mahalleye girdik, çıkamıyoruz.