Hissediyorum. Karıncalanma var her tarafımda. Ayağımın altından, parmak uçlarıma ve hatta saç tellerimin her birine tek tek... Şimdi ben oltaya yakalanmış çırpınan bir balıktan farksızım. Çölün ortasına bırakıldım. Güneşimi söndürdüler ben geceden nefret ederken. Sol yanımda tarif edemeyeceğim bir sızı, alnımın ortasında asla geçmeyeceğini hissettiren bir ağrı. Ve şimdi yanıyor gözlerim. Her kırptığımda iğneler batıyor, her damla düştünde ateş basıyor. Nefes almak istiyorum ama olmuyor. Bir el sıkıyor sanki boğazımı. Ne konuşabiliyorum, ne nefes alabiliyorum. Dudaklarım titriyor şimdi de. Salık saçlarım yüzümün ıslaklığından yapışmış yanaklarıma. Ve fısıldıyorum bu kez .
"Hayır..."Yürüyorum hızlı adımlarla. Ama koşamıyorum. Sedyeyi götürmeyi bırakıp geri çekikiyor herkes. Sanki bir anda herkes, her şey yok olmuş, tüm evrende bir tek ben ve Emir var. Hızlı nefes alış verişlerim, kalbimin küt küt atması duyuluyor. Ama o kıpırdamıyor. Kapkaranlık boşluğun ardında aniden parlayan beyaz bir ışık göz kamaştırıyor. Sevdiğim adam gözlerimin önünde o beyaz ışığa giderken ben sessiz sessiz ağlıyorum...
"Sedef! Sedef! Kendine gel"
Karanlık olan her yer kendini beyaz hastane koridoruna bırakıyor. Kulağımda hâlâ sürüklenen sedye sesi. "Yiğit? Emir nerde?" Cevap yok.. Gözlerini kaçırıyor çünkü onda ağlıyor benim görmemi istemeden, usulca. Ve dönüp sarılıyor bana "Özür dilerim.. Çok üzgünüm Sedef..."Aslında beynim doğru olduğunu bilse de kabullenmek istemiyor kalbim artık yapayalnız kaldığını. Her şey ağır çekimde ilerliyor gibi. Tekrardan nefes alışım zorlaşıyor. Kuruyan dudaklarım bükülerek titriyor, kızarmış gözlerimden yaşlar akıyor. Ve başlıyor isyanım. "Hayır! Hayır... Gerçek değil bu şaka! Rüya ya da hayal! Gerçek değil. Bırak beni Yiğit uyanmak istiyorum! Bırak! Bırak! Bırak..."
İçi içli ağlıyorum geniş bir omuza yaslanmış şekilde. Bedenimi saran kollardan kurtulup koşmak istiyorum ama izin vermiyor. Kalbim ortadan ikiye ayrıldı. Yarısı şuan benimle, diğer yarısı soğuk morg odasında...Durmak bilmeyen ağlayışımı yanımıza gelen polisin sözleri durdurdu. "Emir Deniz'i öldürdüğüne dair itirafta bulunan birisi var komiserim." Hızla gözyaşlarımı silip polis memurunun yakasına yapıştım ne yaptığımın farkında bile olmadan. "Beni ona götürün!" Evet. Gitmek istiyordum. Beni sevdiğimden ayıran cani yaratığın yüzüne tükürmek, hatta belki onu öldürmek istiyordum. "Sedef." Sen gelme der gibi bakan gözlerle buluştuğumda derin bir nefes aldım. "O adamı göreceğim Yiğit!" Sadece onay verir gibi kafasını salladı ve kalbimin yarısını burada bırakarak karakola gittim.
Daha birkaç dakika önce deli gibi sevdiğim adamın arkasından gözyaşı dökerken, şimdi tam karşımda bunlara sebep olan adam durmuş, elleri kelepçelenmiş, sağında solunda iki polis durmuş bana bakıyordu. Gözlerinin içinde yanan kıvılcımı aramızda yaklaşık on metre olduğu hâlde görebiliyordum. Yavaş yavaş ona doğru yürüdüğümde onun yanındaki polisler birer adım geri çekildi. Hâlâ kendimi kontrol edemiyordum. Yanından geçtiğim polis masasının üzerinde duran büyük makası kapıp adamın boynuna dayadım sivri ucunu. Anında bana engel olmaya çalışsalar da anlamadığım bir şekilde geri çekildiler sonradan. Yiğit'in ellememelerini söylediğini anlamak zor olmadı. "Neden yaptın ya?! Niye!? Ne istedin bizden? Ne istedin ondan?" Göründüğüm şeklin arkasında, aslında küçücük bir kız çocuğu vardı. Boyumun kısalığı, adamın boynuna ulaşmama engel olmuyordu. Hâlâ açıklama beklediğimi anlaması için makasa biraz daha baskı yaptım.
"Ben istemedim. Ben sadece onu öldürmekle görevliydim.""Kim istedi bunu yapmanı!"
Ve sonraki 10 saniyede, hayatımı baştan aşağıya değiştirecek olan adamın ismini öğrendim.
"Baran Demir."