"KAÇ !"

6 0 0
                                    

Ne şimdi ne de bundan önce yazdıklarım, yaşadıklarımın kırıntısı bile değil...  anlatamadıklarımı içime atıp, yüreğimde kanserleşmesini ve sebebim olmasını bekliyorken, ben bile acılarımı yüreğimde çözümleyemiyorken, toprak bedenli bir sevgili nasıl anlayabilir ki neler yaşamak zorunda kaldığımı, ne acılara katlandığımı ve artık katlanılamaz ne acılar içinde kıvrandığımı... Gözlerimi kucağımda biriken gözyaşlarımda bıraktım, bıktım ağlamaktan! Ağlamak da huzur vermiyor artık, kahretsin!... Allah'ın her günü buraya gelip kendimi sessiz çığlıklarımda sağır etmek istesem de kalbimin sesini değil, her seferinde beynime yerleşen tek amacı tekrar ederek beynimin emirlerini dinliyorum. Bunu yapmaktan yoruldum. Çok yoruldum. Ama vazgeçmem. Vazgeçe-mem.
  Ellerimin arasından kayıp gittin sevgili. Nedenini bilmediğim bir sebepten gittin. Hayallerimiz vardı. Şimdi ben seninle kurduğum hayalleri bir başkasıyla nasıl gerçekleştireyim?
  Kaybettim güzel kokunu, kaybettim seni. Gülüşünü canlı canlı göremeyeceğim artık. Senin ağzından tek bir kelime duyamaca-ğım. Şimdi ben ne yapayım söyle. Ardın-dan bıraktığın fotoğraflara bakıp ağlaya-yım mı? Yoksa direk kafama bir kurşun geçirip yanına gelsem? Böylesine iğrenç bir dünyadan ayrılıp sana kavuşsam?
  Bize bunu yaşatan insanla aynı havayı soludum. Elimi tuttu. Bana, seninle benim yakınlaştığımız kadar yakın durdu biliyor musun?
Yalnızlık duygusunu anlatmaya kelimeler yetmiyor. Uyumayı hiç sevmezdim sen varken. Hep sabah olsa da Emir'i görsem derdim. Şimdi uyumak için can atıyorum. Belki rüyamda Emir'i görürüm diye. Belki. Başımı yastığa her koyduğumda aklıma o an geliyor. Ağlamak, dağıtmak, dağılmak istiyorum ama mecalim olmuyor sevgili.
  Ben seni nasıl gömdüm ya? Nasıl durdum orda kara örtüyle. Ağlamaktan göz pınarlarım kurumuştu biliyor musun? Tek başına canınla cebelleştin sen. Ölmeden önce beni düşündün mü bilmiyorum. Ağladın mı bilmiyorum. Hayatın gözünün önünden film şeridi gibi akıp giderken ne hissettin, bilmiyorum. Lanet olsun ki bilmiyorum sevgili.
Sen ölüm uykusunda, günah bedelleri ile sevap ödülleri arısında gidip gelirken, bana yeryüzündeki sahte cennetler bile cehennem oldu. Senden sonra,senden arda kalan acılara kol kanat germek düştü bana hep. Ben sadece seni kaybetmedim. Kendimi, anılarımı, hayallerimi, her şeyimi kaybettim. Ne yaşadığımı söylesem, düşün-düklerimi anlatsam, bana deli derler. Söylesem deli sanılmaktan değil, deli muamelesi görmenin ağırlığından korkarım. Mezarlıklarda en büyük huzuru duyar oldum, fotoğrafta da belli oluyor değil mi? Ölme isteğim yok. Yaşama iste-ğim, hiç yok.
  Çok bencilim değil mi? Senin mezarının başına gelmiş, kendi derdimi anlatıyorum sana. Özür dilerim sevgili. Nefesin bu dünyadan erken kesildiği için özür dilerim. Senin arkandan bir dua bile okutamadı-ğım için özür dilerim.
  Kısacası sevgili, eylül ayı geride kaldı. Hüzün ayı geride kaldı. Sana söz veriyo-rum. Bitirmeden bırakmayacağım.

  Kapı ziline basacaktım ama Yiğit'in Defne'yi azarladığını duyunca vazgeçtim. Kapıdan içeri girdiğimde onlara bakma-maya, şişmiş ve kızarmış gözlerimi sakla-maya çalışıyordum. Ama Yiğit benim nerde ne yaptığımı bilmediği için meşhur azarını bana da gönderdi.
"İşbirlikçi de gelmiş. Ya Sedef hadi bu Defne deli. Sen niye adamın ayağını eziyorsun?!"
"Bilerek yapmadım Yiğit." dedim kendimi sıkarak.
"Ya Yiğit sen neye bu kadar sinirleniyorsun normal değil mi birileriyle görüşmemiz?"
Defne'nin bu sözüyle eğik olan başımı kal-dırdım ama hâlâ arkam dönüktü onlara. Yiğit'in haklı, ama canımı çok acıtan bir gerçeği Defne'nin gözleri önüne sermesi-nin tam sırasıydı.
"O adamlar kim sen biliyor musun! Emir'in katili onlar!"
Tekrardan gözyaşlarım akmasın diye dişlerimi sıkıyordum. Arkamı döndüm ve Defne'nin taş kesilmiş yüzüne baktım.
"Mezarlığa mı gittin sen?" dedi Yiğit. Biliyordu çünkü oraya her gittiğimde bu şekilde döndüğümü. Kıpkırmızı gözler. Başımı sallayarak 'evet' demeye çalıştım. Dudağımın titremesiyle Defne yanıma gelip bana sarıldı. Ben de dayanamadım ve ona sarılıp bütün gün peşimi bırakmayan  gözyaşımı yeniden serbest bıraktım. Yiğit de gelip ikimize birden sarıldı. Zaten kocaman ve upuzun o. İkimize birden sarılmaya yetiyor kolları.
"Ben uyuyacağım. İyi geceler size." dedim ve odama girdim. Aklımda o sözü tekrar ede ede uyuyakaldım.
Her uyku haram gecelerim ve bir de ansızın nefretim. Gel bir de burdan bak hangisi zormuş hangisi korkunç...

Defne'den

Ben o dingile bunun hesabını sormaz mıyım! Evet. Sabah kalktım ve Savaş denen yardım ve yatakçı pisliğe benden uzak durmasını söyleyecektim. Tamam belki saçma ama yapmazsam içim rahat etmez.
  Daha şirketin içine girmeden çalan tele-fon tüm hırsımı kovaladı. Bilmediğim bir numaraydı. İlk başta açmasam da ısrarla aradığında önemli bir şey olabileceğini düşünüp açtım. Duyduğum ses, bedenimin her hücresini harekete geçirdi. Kulaklarım bu sesin sahibini çok iyi biliyordu ama beynim, sanki duymamış gibi davranmam için o sesi geri gönderiyordu. Başıma inanılmaz bir ağrı girdi. Yere düşebilirdim her an. Çünkü dizlerimin bağı çözülmüştü. Buz gibi sesi, beni her defasında bir labirentin içine çekiyor, ve çıkış yolu bulmamı engelliyordu.
  "Beni özledin mi Defne'm?"
  Bulmuştu.. Beni bulmuştu. Kaçarsam kurtulurum sandım. Kaçamamıştım...
  "A-ateş?"

İnti-AşkHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin