1.5

315 19 2
                                    

akaashi

o akşamdan sonra okula hiç gitmek istememiştim. ertesi gün ve ertesi gün de. kalbimdeki ağırlık kalkmak bilmemişti. parmaklarım, ayaklarım hiçbir uzuvum hareket etmek istememişti. dilim fazla uyuşuktu. beni sürekli arayan arkadaşlarımın telefonlarına cevap veremeyecek kadar fazla.

ancak dün akşam öğretmenimiz aramış ve bu kadar üst üste devamsızlığın sonucunun sınıfta kalma olduğunu belirterek beni uyarmıştı. o yüzden şimdi okula doğru ölgün adımlarla gidiyordum. dışardan gören herkes anlayabilirdi, aslında adımlarımın geriye gitmek istediğini. adımlarımı sürüyerek sınıfa çıktım. belki de öncesinde aizawa sensei ile konuşmalıydım, yerimi değiştirmek için.

koridorda karşılaştığımda ağzımı araladığım an susturmuştu beni. "yer değişimi yok akaashi. kusura bakma."

başka bir şey dememe izin vermeden gitmişti. bense çöken omuzlarımla sınıfa girmiştim. gözlerim uyuşukça sınıfı taradı. bizimkiler her zamankinin aksine sessizce masalarında oturuyor, bir konu üzerinde tartışıyorlardı.

adımlarım tekrardan istemeye istemeye sıramızda oturan kuroo'nun yanına gitti.

"akaashi."

bokuto'nun sesini duydum. evet duydum ancak cevap verecek halim yoktu inanın. omzumu tuttuğunda kafamı kaldırmadan öylece ayakkabılarımı inceledim.

"akaashi, iyisin ya? kaç gündür okula gelmiyorsun."

"hı hm."

küçük bir mırıldanma bırakıp yavaşça omzumdaki elini ittim. neredeyse kapanmak üzere olan gözlerimle sıranın etrafında dolaşıp onun yanına oturdum. başını sıraya gömmüş sessizce yatıyordu. gözlerim yeniden yanmaya başlamıştı. sanki son zamanlarda bu alışkanlık olmuştu.

çantamdan ağır ağır kitaplarımı çıkardım ve sonrasında ben de kafamı sıraya gömdüm. dudaklarım seğiriyordu. gözümün önüne o akşamki her bir sahne geliyor, kalbim yeniden ve yeniden sıkışıyordu. sanki o güne, o ana tıkılı kalmışım gibiydi. hisleri aynı tazelikte sürekli yaşıyordum.

ne zamandır bu kadar kaptırmıştım kendimi bilmiyordum. bildiğim tek şey şu an yaşamak için bile çok yorgun olduğumdu. gözlerimi sıkıca yumduğumda bir iki damla sıraya düştü. kollarımla etrafımı sardığımdan kimse göremeyecekti bunu. doğrusu, görseler de umrumda olmayacaktı.

günlerdir durmadan düşündüğümden ve aynı anları yaşadığımdan olsa gerekti, başım çatlayacak hatta patlayacakmış gibiydi.

"akaashi keiji!"

aizawa sensinin gür sesini işittiğinde hızla başımı kaldırdım. işaretiyle ayağa kalktım. önce bakışlarını bende sonra yanımdaki kuroo'da, yüzü yara olan bokuto'da ve diğer çocuklarda gezdirmiş, başını olumsuz anlamda sallayarak bir şeyler mırıldanmıştı.

"bu sana dördüncü seslenmemdi."

sanırım ondandı tüm sınıfın bana bakıyor oluşu.

"her neyse, tezini hazırladın değil mi?"

bir süre anlamsızca hocanın yüzüne bakmıştım. oh, her yıl deli gibi hazırlandığım yarışmadan bahsediyor olmalıydı. sessizce yüzüne bakıyor oluşumdan sinirlenmiş olacak, hep durduğu yerden ilerleyip ortaya adımladı.

"her yıl buna hazırlanıyorsun akaashi. yüksek lisansın için önemini biliyorsun. tezin nerede?"

yorgun gözlerimle uyuşukça sensei'ye baktırmayı sürdürdüm.

"yok."

"yok? en azından büyük bir kısmı olmalı. teneffüste yanıma gel ve tamamla. bugün son, biliyorsun."

"biliyorum. gelmeyeceğim."

sınıfta birkaç fısıldaşma işittim. kulaklarım onları algılamaya gerek bile duymamıştı. gerçekten, bu konuşma ne zaman bitecekti? başım öğlesine ağrıyordu ki kurduğum her bir cümle canımı yakıyordu.

"siz çocuklar, ne zamandır bu kadar aptalsınız? son senen, biliyorsun değil mi? napacaksın edebiyatı kenara mı bırakacaksın? bunca yıldır çalışmana rağmen."

gözlerimi devirdim. edebiyat, artık benim için anlamsız bir kelimeydi.

"edebiyatı artık anlamsız buluyorum sensei. benim için hiçbir şey ifade etmiyor. insanların hislerini anlatabilmek için sözcükler yeterli kalmıyor çünkü. bu saçmalığa daha fazla devam etmeyeceğim."

sınıftaki tüm sesler bir anda kesilmiş, gözler beni odak almıştı, yanımdaki kuroo bile.

aizawa sensei teneffüste konuşacağımızı söylemişti. önemli değildi. gitmeyecektim. birkaç şevk verici sözcüğe ihtiyacım yoktu.

tüm gün boyunca ne kuroo laf etti ne de ben. teneffüslerde ikimiz de sıradan ayrılıyor bir köşede takılıyor ve ders vaktinde de birbirimiz için hiç kimseymişiz gibi davranıyorduk.

arada çocuklar yanımıza gelmiş ve enerjik şekilde heyecanlı heyecanlı konuşmalar yapmışlardı. insan bazen naziklik yapamayacak kadar yorgun oluyordu. sessizce yerimden kalktım.

çocukların arasından sıyrılıp tuvalete gittim. kendimi bir kabine atıp sırtımı çaresizce kapıya yasladım. aklımı kaçıracak gibi hissediyordum. bu normal değildi, sağlıklı değildi. bu hiç ama hiç iyi değildi. o akşamdan sonra rahatlarım sanmıştım ama günlerdir hissizlik dalgası deli gibi vuruyordu. yavaşça yere çöktüm, elimi kalbime götürdüm.

beynimde istemsizce kuroo'nun sözleri yankılanıyor, daha beter hissediyordum. ya da bırakın sözleri, onların hiçbir değeri yoktu artık gözümde.

onun minik bedeni kavrayışı gözümden bir saniye olsun çıkmıyordu. elimin tersiyle ağzımı kapatıp hıçkırarak ağladım. hala elimde var olan sargı kuru dudaklarıma değiyor, beni olduğumdan daha rahatsız hissettiriyordu.

çaresizce gözlerimi ovuşturdum, tuzlu yaşları gözümün etrafına yaydım. o andan sonra sınıfa geri dönmedim. dönersem daha beter olacaktı çünkü.

dersin bitimini bu küçük kabinde beklemiş, zaman zaman çaresizce ağlamış, bazen aniden gelen çalkalanma ile midemdekileri çıkarmış bazense öylece bej duvara bakmıştım.

ben gerçekten, yorgun hissediyordum.

.
.
.

[ la tristesse du diable ] KuroakaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin