Evden nasıl çıktığımı hatırlamıyordum. Ne kadar hızlı koştuğumu veya oraya nasıl vardığımı da. Hatırladığım tek şey onun bana ihtiyacının olduğunu söylemesiydi. Bu oldukça hızlı bir şekilde oraya varmam için yeterliydi.
Nefes nefese kalmış bir şekilde- ciğerlerimin yerinde olmadığına yemin edebilirdim- kapıyı çaldım. Elimi kapı pervazına koyup soluklandım. Saniyeler içinde kapı açıldı. Mia açmıştı.
Yüzü asıktı. Bir şey demeden içeri ilerledim. Zayn, Luke, Aurora, Olive ve Louis salonda oturmuştu. Harry yine yoktu. Eş zamanlı olarak yukarıdan büyük bir gürültü geldi.
Kimse bir şey dememişti. Ben de bir şey sormadan yukarı çıkıyordum ki Olive'in sesini duydum. "Şu an birini görmek istediğini sanmıyorum. Gitmesen daha iyi."
Gergin olan sinirlerimden dolayı laf çarpmak istesem de sadece "Beni o aradı." demekle yetindim. Zaten yeterince göt olmuştur.
"Yanına git June." dedi Zayn. Merdivenleri hızlı hızlı çıkıp bugün ikinci kere kapısını çaldım. "Harry? Ben geldim. Kapıyı açar mısın?"
Yaklaşık bir dakika bekledim. Kapıyı açtığında dağılmış bir Harry görmeyi bekliyordum ancak bu kadar değil.
Beni görür görmez sarıldı. Bir elimi sırtına, diğerini saçlarına götürürken onu ilk defa böyle gördüğümü fark ettim. Ne olmuştu da bu hale gelmişti?
Sarılmış bir vaziyette odaya geçip kapıyı kapadık. Ayakta öylece dikilmiş sarılıyorduk, açıkçası sormaya cesaret edemiyordum. Kendine gelince söylerdi.
Ağladığını anlayabiliyordum. Onu susturmaya çalışmadım. O da susmadı zaten.
Bir süre sonra yatağa uzandık. Kafasını göğsümle karnımın ortasında bir yere yasladı. Saçlarıyla oynamaya devam ettim. Uyur diye düşünüyordum ki uyumadan gözleriyle sabit bir noktaya bakmaya devam etti.
Neden bu halde olduğunu bilmiyordum ama onu böyle görmek canımı yakıyordu. Onunla beraber ağlamak istiyordum. Ama yanında destek olmak amaçlı bulunduğum için gözlerim dolsa da gözyaşlarımı asla akıtmıyordum.
"Harry?" diye mırıldandım. Daha fazla dayanamayacaktım. Ne olduğunu merak ediyordum. "Eğer anlatmak istersen dinlerim. Olur mu?"
Burnunu çekti. Burnu ve dudaklarının çevresi kıpkırmızıydı. Ve gözünün içi de öyle. Buna rağmen çok güzeldi. Gerçi her haliyle dünya üzerindeki en güzel varlıktı.
Boğazını temizlediğinde konuşacağını anladım.
"Annem, June. Sorun annem." Aklımdan binlerce kötü senaryo geçti. Bu kadar ağladığına göre zaten kötü bir şey olmuş olmalıydı değil mi?
"Ne oldu ona?" diye sordum alacağım cevaptan korka korka. "Kaza geçirmiş. Durumu kötüymüş. Ve sikeyim! Ben buradayım ve bir sikim yapamıyorum."
Tekrardan ağlayacağını düşündüğümden dolayı elimi yanağına koydum. "Orada da bir şey yapamazdın Harry."
Ona bir şey olabileceği düşüncesi dolduruyordu muhtemelen şu an aklını. Üstelik annesinin yanında bile değildi.
"En azından belki de onu son kez-"
Devamını bildiğimden lafını kestim. "Annen ölmüş gibi konuşmayı kes. Hala nefes alıyor değil mi? Ve senin burada veya orada oluşun annenin nefes alışını etkilemiyor. O yüzden ağlayacağına birazcık uyu. Gözlerinin buna ihtiyacı var." Sesimin biraz sert çıkmasına özen göstermiştim. Yoksa biliyordum ki dinlemeyecekti.