Eğer Harry'den bütünüyle nefret ettiğimi söyleseydim, kendime yalan söylemiş olurdum; tıpkı ona saf bir aşkla bağlandığımı söylersem yapmış olacağım gibi. Nefret de tıpkı aşk kadar güçlü bir histi oysa, birini hissetmen için ötekine ihtiyaç duyardın. İkisi için de, belli bir ölçüde umursama şartı güdüyordu. Onu umursuyordum. Aynı zamanda ondan nefret ediyordum. En alakasız anında bile insanları etkisi altına alan bakışlarından nefret ediyordum. Etrafına toplanmalarını sağladığı sesinden, hele de o çok becerikli parmaklarından nefret ediyordum. Her zaman mutluymuş gibi davranmasından tiksiniyordum. Benden uzun olmasından nefret ediyordum. Bana değil, başkasına değen dudaklarından iğreniyordum. Konuşmadığımız zamanlarda zorla omzuma değdirdiği omzundan, üzülmemi istercesine yarattığı rüzgardan nefret ediyordum. Etrafıma sarmaktan çekinmediği uzun bacaklarının yokluğu ise, en nefret ettiğim şeydi. Tıpkı, saçındaki mordan pembeye dönen tutamlarını saklamak zorunda kaldığı zamanlardan nefret ettiğim gibi. Yanımda olmadığı zaman, benimle konuşmadığı zaman ya da beni görmezden gelmeye çalıştığı her anda üzülmekten nefret ediyordum. Ben, Louis aptalın önde gideni Tomlinson, saf kin duygusuna boyanmış bedenimle, yalnızca ona kin besleyemiyordum. Her şeyden kıl kapan kibirli vücudum, sadece ve sürekli Harry'i istiyordu. Tüm başıma gelenlerden sonra bile. Bu da, bir şekilde her seferinde, beni hala ona aşık olduğum konusunda ikna eden tek şey oluyordu.◎
Yola çıkalı tahminde bulunamayacak kadar uzun zaman oluyordu ve ön koltukta oturmuş emniyet kemeri tarafından tutsak tutulduğum ilk dakikadan beri düşündüğüm, ne kadar çok ölmek istediğimle alakalı bir şeylerdi. Eğer kulaklığımı çıkartıp bu yağmurda araba kullanan anneme tüm bunları söylersem , muhtemelen kaza yapacaktık, ve ben isteğime ulaşırken, dünya üzerinde sevdiğim tek insanı da peşimde götürecektim. Annem sanki tüm bunları hissetmişçesine kulaklığımın kablosunu çekiştirdi ve tekinin kulağımdan düşmesine sebep oldu. Son dakikalarımız olduğu için, hala ona böyle davranmamdan ötürü kızdı. Beni yatılı bir okula götürüyordu yağmurun ortasında. Yollar neyse ki bomboştu. Çünkü annem pek iyi bir sürücü sayılmazdı. Ama yine de sesimi çıkartmıyordum. Annemi kırmamak adına bir şey söylemedim ona.
Özgüven problemine sahip olduğum söylenemezdi, ama bazen, örneğin böyle durumlarda heyecanlanabilmek için özel şarkılar dinlerdim. "Havalı bir göt gibi hissetmek için bu şarkı listesini dinle." idi listemin adı. Nasıl bir okulda kalmaya başlayacağım hakkında zerre bir fikrim yoktu ya. İnsanların arasında yeni olmak bazen can sıkıcıydı. Aralarına kabul edilmemekten korkmuyordum, kendimi tanıtmak benim için aşırı zor gelirdi -ve ben fazlasıyla tembel biriydim. Annemin tek çare olarak beni yatılı okula bırakmasının sebebi bu bile sayılmazdı. Bildiğim halde neden annemi suçluyorsam? Yatılı okula gelmemin tek sebebi, babamdı ve o şu an burada bile değildi. Hiçbir zaman evde olmazdı zaten. Annem tek başına kalacaktı artık, ama bunu kimse umursamıyordu. Şimdi ben mi umursayacaktım?
Doncaster'dan Lancashire'a kadar süren bir saat kırk beş dakikalık yağmurlu araba yolculuğundan sonra, annem yatılı okulun yayıldığı koca arazinin yalnızca ufak bir kısmını oluşturan park yerinde durdu ve arabadan inmeden hemen önce elime birkaç yüzlük banknot sıkıştırdı. "Her ay sana düzenli olarak para yollayacağım. Kendini terk edilmiş gibi hissetme. Sadece, bu senin için en iyisi." Kollarını omuzlarıma kadar sardı. Karşılıksız bırakmak içimden gelmemişti. Her ne kadar öğütlerinden bıkmış olsam da. "Sakın, değişmemek için direnme Louis."
"Kendine iyi bak anne." Arabadan indikten sonra bagaja bıraktığım büyük bavulumu kendim almıştım. Annem arabadan bile inmemişti bu süreçte.
Neyse ki, Lancashire'da yağmur yağmıyordu. Ama yerdeki çamurdan dolayı botlarım batmıştı bile. Bavulumun ne halde olduğunu umursamadan önce, tam karşımda duran alana boylu boyunca uzanmış büyük binaya baktım. Görüntüsündeki eskimişlik sebep olmuştu yutkunmama. Böyle binaların kullanılmadığını, yalnızca müze olarak sergiye açtıklarını düşünürdüm hep. Şimdiye dek gördüğüm, en geniş ve uzun bina olabilirdi. Üstelik, ona uzaktan bakıyordum. Tam olarak alana girmiş bile sayılmazdım. Arabaların gelip gitmesiyle çamur olmuş yoldan ayrılıp ana bina olduğunu düşündüğüm büyük girişi dolduran kapıya yürüdüm. Yağmur yeni durmuş olacak ki, taze toprak kokusu doldurmuştu her yeri. Yeşilliklerin ilerisinde ağaçlar sarı yapraklarını dökmüştü. Ne kadar temiz bir yer diye düşündüm. Öğrencilerin bıraktığı herhangi bir çöp bile yoktu bahçede. Büyük demirleri geçtikten sonra, uzun bir yürüyüş yolunun akabinde kocaman ana giriş kapısı; sonunda seni karşılayan birileri. Öğrenci kabulünün yapıldığı kısma hızlı hızlı giderken bavulumun tekerleklerinin yaptığı çamur lekesini fark etmemiştim bile. "Hawksmoor Okulu'na hoş geldin. İsmin ne?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
house of cards | larry
FanfictionBir kez kartlar dağıtıldığında, oynamadan önce Louis'in rolünü çok iyi seçmesi gerekiyordu; hele de herkes büyük, kalabalık bir masanın etrafındayken. Harry ise, Louis'in kartlardan yaptığı kuleyi yıkmaya kararlıydı. ~ Louis, ailesi tarafından di...