kafamda oluşan ve bir türlü yazamadığım hikayeleri bir araya topladığım kocaman bir saklama kabı. içinde herkesi bulacağınız gibi kendinizi de bulmanızı isterim.
not: kısa hikayelerden oluşmakta, üyeler ve konular birbirinden bağımsız ilerlemektedir.
Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
başımın altındaki yastığı düzeltiyor ve biraz daha bastırıyorum burnumu kokusunu daha iyi alabilmek için. komodinin üstündeki siyah saat gece bir buçuğu gösteriyor, aşağıdan televizyonun kısık sesi geliyor ve bayan qian'ın hala uyanık olduğunu anlıyorum.
bir sağa bir sola döndükten sonra uyuma çabalarım son buluyor ve çıplak ayaklarımı soğuk zemine basıp kapıya doğru ilerliyorum.
bay qian ve kun iki günlüğüne iş gezisi için çin'e gittiğinden bayan qian ile kalıyorum. sabahın en erken saatinde belki kun'a rastlarım diye geldiğim qian malikanesi beni bomboş karşılıyor, evde çalışan birkaç kişiden çoktan havaalanına gittiklerini öğreniyorum. birkaç saatimi evde tek başıma geçirdikten sonra bayan qian sonunda eve ulaşıyor ve biraz sohbet ettikten sonra beni kun'un odasına yolluyor.
çok değil, iki saattir kun'un odasında, yatağında dönüp duruyor ve tavanı izliyorum. kun'un yeşil saçları ve hendery'nin belimi büken sözleri bir an olsun aklımdan çıkmıyor. belki bir kez daha görürüm diyerek evden sabahın sekizinde çıkmama inanamıyorum.
"canım?" diyor kun'un annesi. bacaklarının üstüne örttüğü beyaz battaniyeyi kaldırıp yanına çağırıyor beni. bacaklarımı toplayarak oturuyorum koltuğa ve bayan qian da üstümü örtüyor battaniye ile. "uyku tutmadı sanırım?" başımı sallıyorum yalnızca. sanki bayan qian'a bakınca kun'u görüyor gibi olmak içimi titretiyor. gözlerine uzun süre bakamıyorum çünkü kun'u özlüyorum.
"sende bir değişiklik var," diyor annesi. bedenini bana doğru çevirip parmaklarının arasındaki kupayı ortadaki masaya bırakıyor. "anlatmak ister misin," tek kaşını kaldırıp bakıyor yüzüme, anlayamadığım bir gülüş var dudaklarında. bu gülüşü bazen kun da saçlarını düzelttiğimde yapıyor. "ya da ben tahmin edeyim."
"tahmin edin," diyorum. tahmin edin hadi, içimde büyük bir savaş varmış ve ben yeni fark etmişim.
"sonunda kabul ettin, değil mi?" diyor annesi gülerek.
"neyi?" diyorum. bir sessizlik çöküyor, duvardaki saatin tik tak seslerini duyuyorum. saate bakmak için başımı duvara çeviriyorum ve duvardaki büyük aile fotoğrafını görüyorum.
"kun'u sevdiğini." diyor bana son derece huzurlu gelen ses tonuyla. aile fotoğrafındaki kun'dan gözlerimi çekip annesine bakıyorum. "nasıl anladınız?" diyorum.
nedense gözlerim doluyor.
"kun ve sen hariç herkes anlamıştı," diyor gülerek. "hatta annenle bu konuda iddiaya bile girmiştik."
"kendime bile belli etmemişim," diyorum. "siz nasıl anladınız?"
"anneler bilir." diyor son derece net bir şekilde. "annen, kun'a nasıl baktığını fark etmiş." diye devam ediyor. "ben de buraya ilk geldiğinde kun'un yastığıyla mis gibi bir uyku çektiğinde."
"boşuna savaşmışım," diyorum gözlerim dolu dolu.
"gerçek aşkla savaşmak..." diyor bayan qian. dudaklarını birbirine bastırıp başını iki yana sallıyor. "gördüğüm en zor şey."
"ne yapacağım?" diye soruyorum. "kun'u kaybetmek istemiyorum."
"sana oğlumu anlatmamı istemezsin değil mi?" diyor annesi, "o kun, hayatım."
o, kun.
"ne söylersen söyle seni anlayışla karşılayacağından eminim. sana karşı hisleri olmasa bile eskisi gibi olamayacağınızı asla düşünme."
haklı, diyorum kendi kendime. o, kun. ne söylersem söyleyeyim beni anlayacak, omzunda yatmama izin verecek, hatta belki ısrarla kurutmadığım saçlarımı nazikçe kurutacak.
"ne yapman gerektiğini en iyi sen biliyorsun," diyor bayan qian. yumuşacık ses tonu çoktan yaşlarla dolmuş gözlerimi daha beter hale getiriyor.
"hendery acele etmemi söylüyor," diyorum. "haklı," diyor annesi. "o oğlanın bazen kafası çalışıyor."
"ara onu," diye devam ediyor sözlerine. "şimdi mi?" diyorum. heyecanlanınca midemde rahatsız bir his oluşuyor, sürekli etrafı izlemek ve bir şeylere bir türlü odaklanamamak gibi saçmalıklara sahip olan tarafım devreye giriyor. ellerim buz kesiyor, telefonumun ekranında kayan baş parmağımın titrediğini görebiliyorum ancak ellerim o kadar soğuk ki hissedemiyorum.
bunca şeyi bayan qian'ın yanında konuşup onun da kafasını şişirdikten sonra aniden bastıran utanma duygusu adımlarımı kun'un odasına yönlendiriyor. fazlaca basamak ve uzun bir koridordan sonra odasına girdiğimde burnuma kokusu doluyor.
işte, diyorum kendime. yatağına ilerleyip başımı yastığına koyduğumda, işte aradığım bu diyorum. işte aradığım bu, neden kaçıyorum bunca zamandır?
arkadaşlık, diyorum. değerli bir taşmış gibi özenle koruduğum arkadaşlığımıza bir zarar gelirse diye korktuğum tüm zamanlar geliyor gözümün önüne. ama o kun, diyorum. o kun, her zaman yanımda olacak.
sonra kun'u arıyorum. yavaştan boyası akmaya başlamış yeşil saçları ve yorgun gözleri ekrana geliyor.
"neden uyumadın?" diyor.
"sana bir şey söylemeliyim." diyorum.
"vay, bu saatte demek. annem yine alakasız bir çocukluk anımı mı anlattı?" başımı iki yana sallıyorum.
"odamda mısın?" diyor, klasik otel odalarının beyaz yastık ve çarşaflarını görüyorum. yattığı yerden toparlanıp oturuyor. "ne oldu sana?"
"ben bir şey fark ettim." diye başlıyorum sözlerime.
"ama söyledikten sonra beni bırakma."
"bu konuşma iyice garipleşiyor," diyor gülerek. gergin gülüşü gözlerine de yansıyor.
"kun," diyorum. canım kun, ben bir aptalmışım.
"seni seviyorum."
"yarın dönüyorum," diyor gülerek. "şimdi güzelce uyu, yarın bunu konuşalım. olur mu?"
"hayır." diyorum, başımı çıldırmış gibi iki yana sallıyorum çünkü onu kaybetmekten korkuyorum. onu kaybetmekten, bu konunun sonsuza kadar kapanmasından, bir daha ona sarılamamaktan ve mis kokulu yastığına başımı koyamamaktan. kalbim küt küt atıyor ve bir ara bu seslerin dışarıdan da duyulabileceğini düşünüyorum.
"uyuyalım," diyor yine. bu sefer daha ciddi duruyor, bense ağlamaya başlıyorum.
"pekâlâ, tek bir şey söyleyeceğim ve sonra ikimiz de uyuyacağız. tamam mı?" küçük bir çocuğu ikna etmek ister gibi çıkıyor ses tonu. dudaklarındaki yaramaz gülüşü az önce annesinin dudaklarında da gördüğüme yemin edebilirim ama gözyaşlarım her şeyi engelliyor, yalnızca başımı sallayabiliyorum.
"benim saçlarım yeşil," diyor. "iyi geceler." sonra kun telefonu kapatıyor, ekran kararmadan önce gülümseyen yüzünü gördüğümü düşünüyorum hayal meyal.
başımı yastığına bastırıyorum ve yarın olsun bir an önce diyorum. yarın olsun bir an önce çünkü kun'un saçları yeşil.