"kimchi," dedim bir kez daha. buzdolabının tepesinden bana bakıp umursamazca miyavlarken sırtını kapıya yaslamış bize bakan taeyong güldü yüksek sesle. "seni hiç dinlemeyecek gibi."
"hiç böyle yapmazdı," dedim sandalyelerden birisini buzdolabının önüne koyarken. "daegal'den korkmuş olmalı." dedi taeyong gözlerimin içine bakarak. bakışları içimi titretirken tekrar kimchi'ye döndüm. "karnın acıkmadı mı? jisung sana çok güzel bir mama almış." kimchi, mamayı duyunca salına salına indi buzdolabının tepesinden ben de derin bir nefes alıp taeyong'a döndüm yine.
kimchi mutfaktan çıkıp da jisung'un kollarına ulaşana kadar öylece birbirimize baktık, sonra ben buzdolabının önüne koyduğum sandalyeyi alıp yerine yerleştirdim. kimchi olur da inat edip aşağı inmezse ben uzanıp alırım diye koymuştum.
mutfaktan çıkmak ve onunla burada kalıp sohbet etmek fikirleri arasında gidip gelirken taeyong işimi kolaylaştırıp yanıma yaklaştı ve az önce yerine koyduğum sandalyeyi çekip oturdu.
"biraz konuşalım mı?" dedi kısık ses tonuyla. onunla kaldırımda oturduğumuz günün üstünden neredeyse bir hafta geçmişti. o günden sonra aramızda bir ilişki oluştu diyemezdim ama taeyong hep yanımdaydı. okulda, yemekhanede, ders çıkışlarında ve hatta bazen evde. bir haftada chenle minicik köpeği daegal ile birçok kez bizim eve gelince o da peşine takılıp gelmişti.
yine o günlerden birindeydik. chenle, jisung ve jinyoung salonda daegal ile oynuyorlardı. daegal sevimli bir köpekti, etrafta pıtı pıtı dolaşmayı seviyordu. her ne kadar kimchi ile, az önceki gibi, birbirlerinden korksalar da bu kadar sık görüşmelerinden sonra birbirlerine alışırlar gibi geliyordu.
"ne konuşmak istersin?" dedim yanındaki sandalyeyi çekip otururken. bu bir haftada taeyong'a biraz daha alıştın mı diye soracak olursanız size koca bir hayır derim. bana bakışları hala içimi titretiyor ve bu bakışlara değil bir hafta, on yıl sonra bile alışamam.
"bizi," dedi taeyong kollarını masanın üstünde birleştirip başını yasladıktan hemen sonra. "zamanı gelmedi mi?" güldüm, ben gülünce o da güldü. şu bir haftada taeyong'a, bakışlarına ve bana olan sevgisine alışamadım ama düzelmeye, iyileşmeye başladım. gülünecek yerlerde gülmeye, hatta bazen kendi kendime de gülmeye başladım. taeyong ileyken suratımı asla düşüremiyordum zaten. onun bana iyi gelebileceğini biliyordum ama bu kadarını tahmin bile edemiyordum.
"konuşalım." dedim, başımı onun gibi masaya yasladım. yavaş yavaş uzamaya başlamış saçları yüzüne düştü, düştükçe rahatsız olup gözlerini kırpıştırdı, ben de onu izledim. bir süre geçti ikimiz de konuşmadan, en sonunda ben elimi kaldırıp saçlarını gözünün önünden çektim. saçlarını gözünün önünden çektim ama elimi oradan ayıramadım, geriye doğru taradım ve hatta başını okşadım. taeyong tıpkı kimchi gibi başını okşayınca gözlerini kapadı, ben de güldüm.
"mutluyum," dedim kısık sesle. "seninleyim, inanamıyorum buna hala ama seninleyim. mutluyum, seni seviyorum."
güldü.
gözleri kapalı gülümsemesini izledim ve daha da mutlu oldum.
"mutfak masası sohbetleri beni hep üzerdi," dedim. "bu masada yapılan sohbetler beni hep yerle bir etti ve toparlanmakla uğraştım. ben uğraştıkça her şey daha da büyüdü ve en sonunda pes edip dağınık bıraktım." gözlerini açtı.
"ama şimdi mutluyum taeyong," dedim. "yükünü paylaşıyorum, yükümü paylaşıyorsun. evet, bir şey değişmiyor yük yine aynı kalıyor ama yanımdasın. başımı omzuna koyabileceğimi biliyorum ve koyuyorum da."
"seni o gün, broşürleri dağıtırken gördüğüm günden beri bu sevgiyi içimde taşıdım. bu sevgi öyle bir büyüdü ki bir ara elimden tutup benimle birlikte yürüdü, ama üzgündüm taeyong. üzgündüm çünkü bu sevgi başını okşamıyordu, üzgündüm çünkü bu sevgi bükülen belini doğrultamıyordu."
taeyong kocaman gözleriyle gözlerime bakarken devam ettim. içimde biriktirdiğim her şeyi o gün mutfak masasında döktüm.
"ama şimdi başını okşuyorum," dedim. "başını okşuyorum, sen koşarken seninle koşuyorum ve dinlenmek istediğinde seninle dinleniyorum."
"hep burada olacağım," dedim. "hemen yanı başında olacağım."
"ben de," dedi başını kaldırırken. elini kaldırıp yanağıma koydu, gözümün altını okşarken gülümsedim. "ben de hep yanı başında olacağım." yüzünü yüzüme yaklaştırdı, öylece birbirimize bakarken sonunda dedim. sonunda mutluyum.
"seni seviyorum." güldüm, "bir daha söylesene."
taeyong'un sevdiğim kahkahası kulağıma dolarken gülümsedim bir kez daha. "seni seviyorum."
"birbirinizi sevmeniz bittiyse artık yemek yesek, jisung açlıktan ağlamak üzere." aralık kapıdan başını uzatan jinyoung'a gülerken jisung'un sesini duydum. "yalan söylüyor!"
bitirdim...vay...taeyong'a yazdığım fiklerin yeri bende hep ayrı oluyor. hep apayrı oluyor çünkü sesli söyleyemediğim hislerimi burada dile getiriyorum. bu yüzden yazarken hep zorlaniyorum ve hep de gecikiyor.
neyse evet ne diyorduk, bitirdik dostlar. beklediğiniz gibi bir final miydi bilmiyorum ama artık üzülmek yerine daha soft bir son olsun istedim.
okuyan, oy veren, yorum yapan herkese ayrı ayrı teşekkür ederim.
başka fiklerde görüşmek üzere! ( ^ω^)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
folleto ¦ lee taeyong
Fanfic"Her yangına ateş taşıdım da seni uğurlarken yoluna su döktüm. Üç defa öptüm alnından. Üç defa geçtim aşk kelimesinden de artık geçmem harfinden dedim. Bazen gökyüzüne baktım, bazen toprağa. Her taşın gediğinde bir şey aradım. Hayattı, çekiyordu, iç...