havasız kalmış bir ev.
bilen bilir, evde tek başına yaşayan insanların sürekli karşılaştığı bir durumdur. sabahın erken saatinde evden çıkılır, akşam saat bilmem kaçta eve dönülür ama ev havasızdır. boğulur gibi olursunuz.
törenden sonra eve geldiğimde benim de karşılaştığım durum buydu. aslında yaklaşık on gündür ev bu haldeydi, montumu portmantoya asarken kimchi bana doğru koştuğunda yerdeki tozların havalandığını gördüm. kimchi üşümesin diye onu odama bıraktım, yavaş adımlarla aşağı inerken ne sessiz ev ama dedim. hiç bu kadar sessiz olmamıştı. bundan sonra hep böyle olacağı geldi aklıma ama toz silkeler gibi elimi salladım havada, düşüncelerim de böylelikle uzaklaştı benden. yalnızlık çevrende kimsenin olmaması değil ki, birileri varken de yalnız olabilir insan.
pencereleri açıp koltuğa attım kendimi, soğuk tüm bedenimi ele geçirirken ağlamak istedim ama isteyince olmaz. annemi düşündüm, kimchi'nin annesini düşündüm sonra. ansızın aklıma taeyong düştü ve büyük gözleri. hayatıma birisini almaya hazır mıyım, diye sordum ama bakalım o benim hayatıma girmek istiyor muydu. yağan kar parkeleri ıslatmaya başlayınca pencereyi kapadım odama çıkacağım sırada kapı çaldı.
"benim," dedi jaemin ben kim o demeye kalmadan. onu nikah töreninden hemen sonra görmeyi beklemiyordum ama yine de açtım kapıyı. jaemin'in bir suçu yoktu gerçi ortada suçu olan kimse yoktu. "gel." dedim. sesim yüksek çıkmadı ama o beni duydu ve hızlıca içeri adımladı.
"hava da amma soğuk bir taraflarım dondu." soğuktan kızaran ellerini birbirine sürterken nedendir bilinmez annemin geceleri televizyon izlerken üstüne örttüğü battaniyeyi jaemin'in üstüne bıraktım bir şey demeden. o da kısa süreliğine duraksadı ama bir şey demeden battaniyeye sarındı.
boğazını temizledi konuşmadan önce,
"nasılsın?"omuz silktim, verecek bir cevabımın olmadığını o da gayet iyi biliyordu. annem beni sordu mu hiç, diye sormak geldi içimden ama alacağım yanıtı biliyordum. sormamıştı, sormayacaktı.
"biliyorum her şey sana çok ani geliyor." dedi. başımı salladım yavaşça. "soo won, ben bana kardeş gibi davranmanı isteyemem senden. her şey çok ani. yani, ani olmasa da isteyemem sonuçta kimse isteyemez bunu. tek çocuğum ben de tıpkı senin gibi, yaşım yirmi oldu çoktan bu saatten sonra kardeş fikrine alışmak tabii ki çok zor olacak ama," gözüme baktı, uçuk pembe saçları alnına düştü. "bana kardeşlik yapar mısın?"
ne diyeceğimi bilemedim önce, sadece gözlerine bakakaldım. pembe saçlarını geriye doğru attı, kimchi'nin merdivenden indiğini duydum pıtır pıtır. "lütfen." dedi. benim yaşım on sekizdi, saçım pembe değil kahverengiydi. kardeşlik bana yabancı bir kelime değildi, jisung vardı ve jinyoung. kimchi yine pıtır pıtır geldi yanıma, koltuğa zıplamak üzereyken jaemin ondan önce davrandı. "kedin varmış!" dedi. kelimeler aklımdan uçup giderken o, kimchi'yi kucağına alıp sevmeye başladı. kimchi de o da garip sesler çıkarırken babam geldi aklıma. kedilere alerjisi var kimchi gelemez, dedi kafamın içindeki babama ait ses. odadan çıkışımı hatırladım sırf kimchi ailesiz kalmasın diye, onun çekirdek ailesinden geriye bir ben kalmıştım yaşayan. kimchi de benim kardeşim gibiydi. jaemin, kimchi'nin kulağını okşayınca kimchi mırladı. "kardeşin olurum," dedim. aniden ağzımdan çıkan sözler üçümüzü de şaşırttı. "ama oppa demem."
🌦
"dersim öğleden sonra bitiyor, çıkışta bir şeyler yapmak ister misin?" okulun bahçesinden içeriye jaemin'le birlikte adımlarken jinyoung'la gözgöze geldik. o öylece suratıma bakarken omuz silkip jaemin'e döndüm.
"işin yoksa olur tabii."
tamam, dedi gülümserken. "jinyoung merak ediyor herhalde seni," okulun girişinde beni bekleyen jinyoung'u işaret ederek söyleyip kıkırdağında ben de elimde olmadan gülümsedim. "görüşürüz." diye mırıldanıp yanından uzaklaşırken olanları düşündüm.
sevdiğim bir şair eşi öldükten sonra yazdığı kitabında şöyle der: 'boşluk kendine çevirdi beni. her şey ağırlaşıyor. her şey soğuyor.'* annem evden gittikten sonra düşüncelerim tam olarak böyleydi. jaemin ile iki gün birbirimizi daha iyi tanımak için vakit geçirmiştik ancak o gittikten ya da birlikte uzunca bir süre dışarıda vakit geçirip eve geldikten sonra hissettiklerim hep bu yönde oluyordu. işin sonunda dönüp dolaşıp eve geliyor ve tek başıma duvarları izliyordum.
"nasıl gidiyor jaemin ile papatyam?" jinyoung kalın montuna adeta kutuplarda yaşıyormuşuz gibi sarınmıştı ve yalnızca burnunu görebiliyordum. "iyi galiba," dedim omuz silkerken. "sen ne yaptın?" okula girdiğimiz anda sıcak hava yüzümüze çarptı, jinyoung şapkasını çıkarırken bana döndü. "spotify'ı açıp arkadaş aktivitesinden kimlerin ne dinlediğine baktım. bazılarının müzik zevki gerçekten kötü." diye mırıldandı. "onu demiyorum, annenlerle görüştün mü?"
jinyoung biraz garip biri, söylediği gibi arkadaş aktivitesinden kimin ne dinlediğine bakıp şarkıları puanlıyor. müzik zevkini beğenmediği insanları hayatından çıkardığına da şahit olmuştum. "annemle babam boşanma kararı almış."
duraksadım.
"soo won boşanmaları zerre umurumda değil, inan bana. istedikleri gibi boşanıp sonrasında tekrar evlenip beş kere daha bunu tekrarlayabilirler, asla umursamam."
benim durduğumu görünce o da duruyor.
"asla umursamam, gider spotify'dan en sevdiğim taylor swift albümünü açıp son ses dinlerim.""o halde sorun ne?"
"ben on sekiz yaşını geçmiş olabilirim ama durum jisung için böyle değil. annem de babam da kimle kalacağımı düşünmüyor ama jisung'un kimle kalacağı önemli çünkü daha on beş yaşında."
"jisung kimle kalmayı istiyor peki?"
"benimle."
jinyoung'un ailesi biz altı yıl önce tanıştığımızda da sorunluydu. anne babası işkolik insanlardı. çalışmaları gerektiği için o zamanlar henüz dokuz yaşında olan jisung'u ve on iki yaşındaki jinyoung'u arkalarına bile bakmadan bir üst mahallemizde oturan babannelerine bırakıp giderlerdi. ben bu üzücü durumu jinyoung'un on ikinci yaşından itibaren biliyordum ama bir de öncesi vardı. jinyoung, anne babasının boşanmasını kesinlikle dert etmiyordu çünkü çocukluğumuzdan beri bunun bir gün olacağını tahmin ediyordu. işler jisung açısından, jinyoung'un yüz ifadelerinden ve anlattıklarından, anladığım kadarıyla biraz karmaşıktı. on sekiz yaşından küçük olduğu için bir aile bireyi ile kalması gerekiyordu ancak ne annesi ne de babası onu istiyordu.
sınıftan içeri girmek üzere olan jinyoung'a döndüm, suratı düşmüştü. "yakında iyi oluruz," dedim. anlamasını umarak sözlerime devam ettim. "çünkü zorundayız."**
*şükrü erbaş-yaşıyoruz sessizce
**taylor swift-soon you'll get better
ŞİMDİ OKUDUĞUN
folleto ¦ lee taeyong
Fanfic"Her yangına ateş taşıdım da seni uğurlarken yoluna su döktüm. Üç defa öptüm alnından. Üç defa geçtim aşk kelimesinden de artık geçmem harfinden dedim. Bazen gökyüzüne baktım, bazen toprağa. Her taşın gediğinde bir şey aradım. Hayattı, çekiyordu, iç...