uğultu sesi.
oldukça kalabalık bir ortama girip etrafınızdaki seslerin hiçbirini dinlemediğinizde kulağınıza yalnızca uğultu sesi doluyor.
şimdi de yaşadığım tam olarak buydu. doyoung ve johnny sunbae mutfaktan getirdikleri tabakları masaya yerleştiriyorlardı, kun ve taeil sunbae yemeklere yardımcı olurken jeno pastanın üstüne mum yerleştirmekle meşguldü. geriye kalanlar ise kocaman salonda ben birbirlerini anladıklarından bile emin değilken sohbet ediyorlardı. gözlerimi halıdan çekip etrafta gezdirdiğim nadir anlarda karşımdaki koltukta oturan jaemin ile göz göze geliyordum, genişçe gülümsüyordu.
doyoung sunbae ile bankta konuştuktan sonra beni rahat bırakacağını düşünüyordum ama hiç de öyle olmamıştı, üst üste aradığı bilmem kaç günden sonra gecenin bir yarısında uykumun en tatlı yerindeyken çalan telefonumla pes edip geleceğim demiştim ve şimdi buradaydım.
johnny sunbaenin görkemli evinden ve jaehyun sunbaenin eğlenceli doğum günü partisinden birkaç saat durup ayrılamıyordum çünkü jinyoung arabayı elimden almıştı. bizim evimizden yirmi dakika uzaklıkta olan johnny sunbaenin evine jinyoung'un şoförlüğünde saatte on kilometre hızla neredeyse bir saatte ulaşmıştık ve gelene kadar üç yıl yaşlanmıştım. dönüşte ise chenle ile beni eve bırakması konusunda anlaşmışlardı, hastanede geçirdiğim o birkaç saatten sonra hiçbiri gecenin bir yarısı eve yürüyerek dönmemi istemiyordu.
onlara kızmıyordum çünkü jisung evdeydi. o gün arabanın ön koltuğunda oturan ve bana şirince gülümseyen jisung beni hüngür hüngür ağlattı. kocaman kampüsün ortasında yere oturup ağladım ve kimsenin bakışlarını umursamadım çünkü ihtiyacım vardı. jisung'u görmeye, jinyoung'un mutlu olmasına ve ağlamaya ihtiyacım vardı. kedi gibi jisung kollarını etrafıma sardığında ve güzel bebek şampuanı kokusu burnuma dolduğunda çok daha iyi hissetmiştim ve hala öyleydim. hala kendimi daha iyi hissediyordum, çünkü dedim ya, jisung evdeydi.
o, eve gelir gelmez yalnızca cuma günleri yaptığımız koltukları birleştirip uyuma etkinliğini her gece yapmaya başlamıştık. jisung'u ve kimchi'yi ortamıza yatırıp onlara sarılıp uyuyorduk, çünkü herkesin güç bulduğu biri vardı.
herkesin güç bulduğu ve kaybettiği biri vardı. jinyoung ve ben, kimchi ile jisung'tan güç alıyorduk çünkü başka dayanağımız yoktu. birbirimizden başka sığınabileceğimiz bir liman yoktu.
jinyoung, jisung eve döndükten sonra normale döndü. sabahları tekrar kahvaltı yapmaya başladık, jisung öğle yemeğinde yesin diye özenle yemek hazırladık ve üstüne ketçapla gülücük çizdik. ben de olabildiğince normale döndüm, kocaman okulun kocaman koridorlarında ardıma bakmadan kaçtığım gerçeği bir kenara bıraktım. kaçmadım ama yüzleşmedim de, başımı eğdim yanından geçerken.
jinyoung, jisung eve döndükten sonra normale döndü. bir sabah dördümüz birleştirdiğimiz koltuklarda yatarken junmyeon sunbae exo'dan suho'ya benziyor dedi. haklıydı, ilk bakışta biraz andırıyordu. jisung da kutsal görevi -broşür dağıtmak- yaptığı sırada görmüştü, o da benim gibi jinyoung'u onayladığında jinyoung tabii ki durmamıştı. o gün öğle yemeği sırasında bir süre ortalıktan kaybolmuş, birkaç saat sonra junmyeon sunbae ile instagram'da paylaştığı gönderiyle geri dönmüştü. söylediği gibi hayranlar onu gerçekten suho sanmışlardı ama gerçek ortaya çıktığında aldığı kötü yorumların haddi hesabı yoktu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
folleto ¦ lee taeyong
Fanfiction"Her yangına ateş taşıdım da seni uğurlarken yoluna su döktüm. Üç defa öptüm alnından. Üç defa geçtim aşk kelimesinden de artık geçmem harfinden dedim. Bazen gökyüzüne baktım, bazen toprağa. Her taşın gediğinde bir şey aradım. Hayattı, çekiyordu, iç...