bazı son anlar insanın aklından çıkmaz.
bazı son anlar insanın aklından çıkmaz, bir şehirden ayrılırken şehrin ışıklarına bakmak niyeyse seni üzer. hatta ayrılmak değil, tek başına bir terminalde beklemek bile bazen üzer. arkandan sana el sallayacak birisini geride bırakmak mı daha üzücüdür, sana el sallayacak kimsenin olmaması mı, bilemem ama beni her şey üzebilir.
bazı son anlar insanın aklından çıkmaz, bazen çok yakın bir arkadaşınla yollarınızı görüşürüz diyerek ayırırsınız ama o son görüşmeniz olur. bazen bir insana bunun son olduğunu bilmeden sımsıkı sarılırsınız. bazen okula son kez gidersiniz, bazen bir otobüse son kez binersiniz ve bazen bir yere son kez bakarsınız.
bu yüzden anın tadını çıkarmanın önemli olduğunu düşünürüm ama hiç beceremem, seneler öncesinde beni üzen bir anıyı tekrar gözlerimin önüne getirir yine üzülürüm.
bazen çok saf davranırım ve keşke öyle davranmasaydım derim. bazen bir insan beni üzdüğü halde ona teşekkür ederim çünkü benim aksime kırılmasın isterim. psikoloğuma tüm bunları anlattığımda bunların eski dönemlerde erdemlik olarak görüldüğü gibi şeyler söylese bile şimdilerde saflık olarak görülüyor ve ben insanların gözünde dümdüz safım.
taeyong'u ve shotaro'yu maçın yapılacağı alana bıraktıktan sonra çok kalamadım çünkü jinyoung arayıp jisung'un ateşlendiğini söylemişti.
taeyong ve shotaro ile bir buçuk saatte gittiğimiz yolu kırk beş dakikada dönmüştüm ve eve girer girmez karşılaştığım manzara benim için şok ediciydi. annem, jinyoung'a hangi ilaçları nasıl kullanacağını anlatıyordu.
jinyoung'a kızmıyordum çünkü hata bendeydi. doyoung sunbaenin teklifini kabul etmek yerine jisung ile evde kalmalıydım, kim bilir belki de jinyoung eve geldiğinde jisung'u baygın bir şekilde bulmuş ve o telaşla tanıdığı tek doktor olan annemi aramış olabilirdi. kafamın içinde senaryolar dönüp duruyordu.
"bir sabah bir de akşam tok karnına içmesi daha iyi olacaktır." annem son derece sakin ses tonuyla şurubu jinyoung'a uzattıktan sonra bakışları bir anlığına beni buldu.
"teşekkür ederim, efendim." jinyoung şurubu aldıktan sonra yanımdan geçip merdivenleri hızlı hızlı tırmanırken anneme döndüm ben de.
"teşekkür ederim geldiğin için."
"ilaçları kullanırsa bir şeyi kalmaz." dedi ve bana bakmadan tezgahta bulduğu bir bardağı dolaba koymak için arkasını döndü. ancak her şey biraz da burada başlıyordu, annemin kapağını araladığı dolapta artık bardaklar değil abur cuburlarımız vardı. "değiştirmişsin." diye mırıldandı. cevap vermedim.
anneme sen gittikten sonra bu evde çok şey değişti, biraz da ben demek istedim ama diyemedim, bunun yerine sandalyelerden birisini son derece gürültülü bir şekilde çekip oturdum, annem de karşıma oturdu. bir süre bana bakmak yerine etrafı inceledi, en son bu masaya oturduğumuzda annem bize evleneceğini söylemişti.
ben de etrafa baktım, masanın altına bile baktım. girişteki portmantodan giydiği misafir terlikleri gözüme çarptı, annem bu eve bir daha annem olarak değil de misafir olarak girecekmiş gibi geldi hep. annem bana annem gibi değil de misafir gibi davranacak gibi geldi.
"baban aradı." dedi. "sana ulaşamayınca beni aramış."
babamın bana neden ulaşamadığını biliyordum, parasına değil de ona ihtiyacım olduğu o gece telefonumu kimsiniz diye açtığı için onu her yerden engellemiştim. belki çocukça diyebilirdiniz ama ben böyle başa çıkabiliyordum bazı şeylerle.
"ne diyormuş?" dedim sanki çok önemli bir şey masanın üstündeymiş gibi masayı inceliyordum.
"nasıl olduğunu merak etmiş."
ben küfür etmem.
jinyoung da duymadı küfür ettiğimi, hele jisung'un yanında hiç etmem. bazen sınıfındaki çocuklar küfür edince gelip anlamını bize soruyor biz de öyle şeyler ağzından yılan çıkarır diyoruz, jisung da bir daha söylemiyor.
ben küfür etmem ama bazen içimden bok gibiyim diye bağırmak geliyor. annem hiçbir şey olmamış gibi karşımda otururken ve babam alakasız bir şekilde bana ulaşmak için annemi ararken.
bok gibiyim.
"iyiyim, bir daha aramasına gerek yok."
"banka hesabında giderleri incelerken aklına gelmişsin." diye devam etti sözlerine. annemin bazen elinde bir avuç tuzla gezdiğini düşünürüm. yara bere dolu vücudumu görünce ah canım yavrum deyip bana sarılmak yerine bir avuç tuzu gözünü kırpmadan bastırır. tuz yaramı kapatmaz, ben de canımın bir kez daha yandığıyla kalırım.
"annesiz babasız bir çocuğa yalnızca maddi açıdan destek olduğunu söyleseydin."
sonra mutfak masasından kalktım, mutfaktan da çıktım. ellerim titriyordu. üst kata çıktım, jisung'un kapalı kapısının önüne oturdum ve ağladım.
bok gibiydim.
唐
jisung'un kapısının önünden annemin dış kapıyı kapatma sesini duyunca kalktım. o zamana kadar epey gözyaşı dökmüştüm, annem alakasız bir şekilde dört kişilik evimizin mutfağını bir türlü terk etmemişti. aşağıdan gelen şangır şungur sesleri duyuyordum ama bir şeyleri kırıp da hırsını aldığını düşünüyordum, babam boşanma davasını açtığında tam olarak yaptığı gibi.
annem evden gitti, ben de daha fazla oturmayıp aşağıya neleri mahvettiğine bakmak için mutfağa inmiştim. beklediğimin aksine yerler cam kırığı değildi, bardak koymak için açtığı dolabın kapağı aralanmış bir şekilde duruyordu ve bizim önceden jinyoung ve jisung ile ayarladığımızın aksine içi abur cubur değil bardak doluydu.
yavaş adımlarım bir anda hızlanıp bir hışımla dolaba ulaştı. dolabın içindeki toplasanız on tane bardağı eski yerine yerleştirip annemin bir kenara sıkıştırdığı abur cuburları eski yerine koydum.
bunu yaptım, belki alakasız gelecek ama yaptım çünkü burası artık dördümüzün eviydi ve öylesine bir insan gelip düzenimizi bozamazdı.
bunu yaptım çünkü jisung'un alıştığı düzen bu şekildeydi.
mentally i'm here:
ŞİMDİ OKUDUĞUN
folleto ¦ lee taeyong
Fanfic"Her yangına ateş taşıdım da seni uğurlarken yoluna su döktüm. Üç defa öptüm alnından. Üç defa geçtim aşk kelimesinden de artık geçmem harfinden dedim. Bazen gökyüzüne baktım, bazen toprağa. Her taşın gediğinde bir şey aradım. Hayattı, çekiyordu, iç...