sürekli koşmak iyi değildir.
sürekli koşmak, içinde çok cepheli bir savaşla yaşamak, öfke duymak ve sevilmemek.
sürekli koşmak iyi değildir, bazen insanın dinlenmesi gerekir. bazen bazı şeyler sana ağır gelebilir ama bir kenara oturup dinlenmekte sorun yoktur. bir kenara oturup dinlenmekte ve ağlamakta sorun yoktur. insan içini bir şekilde dökmelidir ve gözyaşı en etkili yöntemdir.
insan her şeyi içine sığdıramaz. insan bazen her şeyi içine sığdıramaz, insanların içinde bir halı olduğunu ve bazı şeyleri altına süpürdüklerini düşünürüm. bazılarımızın halısı dev gibidir, her şey altına sığar ve bu insanlar hemen patlamaz. bazılarımızın da süpürgesi küçücüktür, halısı dev gibi olsa da çabuk toparlanamaz.
ama sorun yok.
gerçekten sorun yok. dinlenmekte, her şeyi içine sığdıramamakta, yavaş toparlanmakta hatta toparlanamamakta sorun yok.
evin hemen önündeki kaldırımda taeyong ile oturuyorduk. ikimiz de sessizdik ve sokağın başından itibaren tek tek yanan sokak lambalarını izliyordum. bu semtte sokak lambaları bir anda yanmak yerine teker teker yanıyordu.
ikimiz de sessizdik, kaldırımda öylece oturuyorduk. taeyong bugün shotaro'nun arka koltukta bıraktığı oyuncak ayıyı almaya gelmişti.
"ağlamakta sorun yok, değil mi?" diye sordum. ses tonum cevabı gerçekten merak ettiğimi belli ediyor gibiydi.
"hayır, yok." dedi taeyong. "ağlamak mı istiyorsun?"
başımı salladım.
"ağlayabilirsin," dedi fısıltıdan ibaret olan ses tonuyla.
parmaklarının arasında oyuncak ayı duruyordu, arkasında batmakta olan güneş ışıkları sırtına ve saçlarına yansıtıyordu. güzel gözüküyordu, her zamanki gibi güzel gözüküyordu.ufak bir pat sesiyle yanan sokak lambaları sessizliği bozan tek şeydi. sırasıyla yanan lambalar tam karşımızdakine geldiğinde taeyong bana döndü.
"senden hoşlanıyorum."
pat.
karşımızdaki lamba pat diye yandı. gözlerimi direkten çekip taeyong'a çevirdim.
öylece karşıya bakıyordu, benim izlemeyi kestiğim sokak lambasını pür dikkat izliyordu.
"doğru duydun," dedi. dudaklarındaki minicik gülümsede takılı kaldım.
"yuta, oyuncak ayıyı almak için benden numaranı ve adresini istedi ama ben geldim. seni görmek için geldim."
"taeyong-" sözlerime başlamak istedim ama devam ettiremedim. sesime ulaşamadım, nefesim kesilmiş gibi hissettim. onu ilk gördüğüm andaki gibi, onu ilk sevdiğim andaki gibi hissettim.
yüzünü bana çevirdi, batan güneşin ışıkları çoktan kaybolmuştu ama taeyong parlamaya devam ediyordu.
cevap vermedim. öylece yüzüne baktım, her bir noktasını ayrı ayrı inceledim ve en son gözünün yanındaki gül izine baktım.
"nasıl?" dedim, sesim yalnızca bir fısıltıydı.
"doyoung," dedi. "anlamama yardımcı oldu." sonra devam etti. "kampüste benden kaçmaya çalıştığın her anda ısrarla daha çok karşılaşmaya çalıştım, fark etmeden işlerimi senin yemekhanede yemek yediğin saate göre ayarlayıp o saatlerde yemeğe gitmeye başladım, arabamı senin arabanın yakınlarına park ettim, doyoung'un seni jaehyun'un doğum gününe çağırdığını duyunca gelmen için onun telefonundan sana mesaj attım."
"ve hepsini farkında olmadan yaptım," güldü. "sonra doyoung bana gözlerimi açmamı söyledi."
"uyandım uykumdan," dedi bana bakıp. öylece yüzüne bakarken diyecek bir şey bulamıyordum. kafamda kurduğum sahnelerden birisi değildi, hiçbir zaman taeyong ile beni böyle hayal etmiyordum. belki binlerce kez ona onu sevdiğimi söylediğim anı hayal ediyor ve sonrasında olacakları düşünüyordum ama bu an yoktu. bu anın gerçekleşebilme olasılığına hiç sahip olmamıştım.
"hâlâ ağlamak istiyor musun?" dedi gözlerime bakarken. "ağla, sırtını yaslamak istediğinde burada olacağım."
"ya sen?" dedim. belki anlam veremeyeceksiniz dostlarım ama onu ilk gördüğüm anda sahip olduğum parmağımdaki kağıt kesiğinin kapandığını hissediyordum. sonunda bir yaramın kapandığını, bir yerlere ait olmaya başladığımı hissediyordum.
"ağlamakta sorun yok," dedi gülümseyerek. "ve biraz oturmakta." gözleriyle oturduğumuz tozlu kaldırımı işaret etti. "ben de sırtımı sana yaslayacağım, orada olacak mısın?"
iyileşen kağıt kesiği, broşürlerin üstüne düşen ve birden eriyen kar taneleri, onu ilk gördüğüm an, ilk gözgöze geldiğimiz an, onu ilk sevdiğim an, ona ağladığım ilk an, birbirimize sırtımızı yasladığımız ilk an.
"olacağım." hayatta hiçbir şeyden emin olamadım. hem annemin hem de babamın sevgisinden şüphe ettim ama bir kez olsun başkalarına sevgi göstermeye çekinmedim. jisung kollarımda uyumak istediğinde onu kabul ettim, bazı günler jinyoung ile kaydırağın tepesinde ağladım, yıkılan koca bir parkın yerine yapılan ufak tefek marketleri annemden gizli aldığımız minik buzdan dondurmalarla izledim ama ben hep bir şeyleri sevdim.
"hiçbir şeyden emin değilim ama sırtını yaslamak istediğinde hep orada olacağım." dedim. söyledim.
ayaklarımızı yere sürterek salıncakta sallandığımız o günler, üzüntüden yemeyi unuttuğumuz çoktan erimiş çikolata, dalıp gidince bembeyaz pantolonuna damlayan dondurmalar...hepsi geçiyor, dedim kendime.
taeyong'un gözlerine baktım, üzüntüden bükülmüş sırtına. elimi kaldırdım ve saçlarını okşadım.
o akşam her şeyi halının altına süpürdüm.
sonraki bölümde veda ediyoruz dostlarım :')
merak ettiğiniz bir şey varsa cevaplamaktan mutluluk duyarım~
ŞİMDİ OKUDUĞUN
folleto ¦ lee taeyong
Fanfic"Her yangına ateş taşıdım da seni uğurlarken yoluna su döktüm. Üç defa öptüm alnından. Üç defa geçtim aşk kelimesinden de artık geçmem harfinden dedim. Bazen gökyüzüne baktım, bazen toprağa. Her taşın gediğinde bir şey aradım. Hayattı, çekiyordu, iç...