2 Şubat 1911 - Hanguk
Birkaç gün oldu. Ne onu gördüm ne de onu görmeye yüz buldum kendimde. Soğuk duvarlı evimin her bir köşesinde ağladım. Göz yaşlarım onu bana getirmedi. Albay beni terk etti. Haklıydı da kendince. Sonuçta beni öpen kişinin o olduğunu bilmiyordu, benim onu ne kadar çok itmeye çalıştığımı görmedi. Ben, acizliğim ve güçsüzlüğüm yüzünden kaybettim. Kazanmayı da beklemiyordum zaten. Aşkta hep kaybeden tarafım. Şu an olduğu gibi ağlamaya mecburdum.
Bir güç aradım, kapısına gidip yalvar yakar ağlamak istedim. Eminim ki göz yaşlarım umrunda bile olmayacak.
Zaten birkaç gün geçmiş olmasına rağmen bir kere bile merak etmemiştir beni. Ama ben her tanrı günü ne yaptığını delicesine sorguladım.
Kapının rahatsız edici sesi düşüncelerimi çekip alırken zar zor kalktım yatağımın sıcak tarafından. Yavaş adımlarla aşağıya indim. Tahta evimin gıcırtıları tek olduğumu suratıma tokat gibi çarpıyordu. Şöminem de günlerdir yanmıyordu, çünkü bileklerimde o gücü bulamıyordum artık.
Kim olduğunu sorgulamadan kapıyı açtım. Seung... Hayatımın içine gün ve gün sıçan adam. Nefretim boyumu bile geçiyordu, onun suratını görmek sadece mide bulandırıcıydı.
"Jimin."
"Bay Park." Diye düzelttim onu. Gerçi bunu söyleyecek olursa aklıma sürekli albay gelecekti, sanki hiç gitmiyormuş gibi. Kapıyı var gücüyle ittirdi, sert kapı sanki poşet parçasıymış gibi duvara çarptı. Korktum, ben korkağın tekiydim zaten. Lakin korkum ondan değildi, küçücük bir çocuğu öldüren adam bana neler yapmazdı?
"Karnım aç, yiyecek bir şeyler alıp gideceğim."
"Siktir git." Diye bağırdım. Komşular duysa da umrumda değildi. Ondan ölesiye nefret ediyor olmak bağırma isteğimi müthiş derecede tetikliyordu. "Senin öldürdüğün Seul'un ahını ben çekiyorum. İdam edileceğim Seung, senin yüzünden." Göğsünden ittirdim, birazcık sarsıldı ama geri adım atmadı. Nefesinden gelen alkol kokusunu da hesaba katarsak onu kapı dışarı etmem hiç zor olmazdı.
Yani, en azından ben öyle düşünüyordum.
"Aptal olmasaydın." Sözleri kalbime dokunuyordu artık. Tanrı şahidim olsun ki onu şuracıkta öldürmek hiç canımı yakmazdı. Zaten idamım yakındı, ölecektim. Ölürken bile yalnız olacaktım. Albay bile izleyecekti can çekişen bedenimi.
"Siktir git bur-" Sol eliyle saçlarımı tuttu, sağ eliyle ise ağzımı kapattı. Nefes almakta güçlük çekiyordum. O gece olduğu gibi çırpındım. Kapı ardına kadar açıktı, birisinin evimin önünden geçmesi hayatımı kurtarabilirdi. Ya da öylece izlerlerdi.
Ağladım. Sanki günlerdir ağlayan ben değilmişim gibi tüm hayal kırıklıklarımla delicesine, hıçkıra hıçkıra ağladım. İttirip bir çöpmüşüm gibi yere düşürdü beni. Minik parmaklarımla halıyı kavradım, hıçkıra hıçkıra ağlamaya devam ettim. "Senden nefret ediyorum." İçimden geldiğince bağırıyordum, hakkımdı çünkü. "Tanrı canını alsın, lanet pislik." İçimde yaşadığım onca duyguyu hiçbir zaman dışarı dökemedim. Şimdi ise büyük çaplı bir sinir krizi geçiriyordum.
Çünkü insanlara zarar veremezdim.
Çünkü korkaktım.
Çünkü lanet pislik olan bendim.
İnsanlardan nefreti topladığım gün intihar etmeliydim. Tecavüze uğradığım gün elime büyük bir fırsat geçti, yapamadım. Titreyen parmaklarım bir türlü tetiğe gitmedi. Gitmezdi de zaten. Yaşamayı seven küçük bir çocuğun ruhunu taşıyorum içimde, kimse bana yirmilerimde olduğumu söyleyemez bu yüzden. Ben hala daha 4 yaşında, ailesinden sevgi bekleyen şımarık bir çocuğum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Soldier'Jikook
FanfictionTamamlandı ✔️ -1910- "Gülün." Dedi onca farklı kelime varken. "Gülün lütfen, öndeki yamuk dişiniz öyle çok hoşuma gidiyor ki Bay Park." Son cümlesini yüzüme doğru fısıldadı. Ve devam etti beni bugün gömmeye niyeti varmış gibi. "Sizi yamuk dişinizden...