17

599 87 19
                                    


19 Şubat 1911 - Hanguk

Gözlerimin dolması, omzuma büyük bir yükün oturması, içimin sızlaması tek kelimeyle imtihan bana. Ben gidiyorum artık. Veda ediyorum. Çünkü benden uykularımı aldığı günden beri bir sürü güzel anlar doluyor aklıma. Sabırsızca, sanki o güne kadar hayatta olacakmışım gibi hayaller kuruyorum. Nedendir bilinmez albayın o hiç kirlenmeyen kahverengi kabanının üzerine oturmak, sepetimizden çıkardığımız çilekleri yemek istiyorum. Açelyalarla birlikte gideceğimden bi haber umut arıyorum. Onca umutsuz insan varken bana mı düştü aramak? Arıyorum işte.

Çünkü ben yaşamak istiyorum.

''Siz henüz hazırlanmadınız mı?'' Her gün bu camın eşiğinde dışarıdaki fırtınayı izlemek huy oldu. Sürekli buradayım, bir kuş gibi cam cam geziyorum. O kadar özgür olamasam da yaşıyorum işte. Yeni şeyler deniyorum.

''Neden?'' Arkama dönüp elinde bavullarıyla bekleyen albaya döndüm. Ne kadar da acı değil mi? Bildiğim halde aptalı oynadım. Gitmek istesem de gidemezdim. 

''Kaçırıyorum sizi Bay Park. Bavullarınızı hazırlattım lakin hala pijamayla duruyorsunuz. Dün konuştuk sanıyordum.'' Sarhoştum sevgilim. Affet hatırlamadım. ''Gerçi beni dinlemeyip alkolü fazlasıyla kaçırdınız. Sabah olduğunda hatırlatmalıydım.''

Boşu boşuna deneyeceğiz, boşu boşuna. İşte buna dayanamıyorum. Kıyasım geliyor kendime, onu da beceremiyorum. Kalbim sıkışıyor artık. Albayın çocuksu hali beni telaşlandırıyor, yapamıyorum. Korkuyorum, ne olacaksa olsun diyorum. Geride kalanlar üzülecek belki ama ben de perişan oluyorum. ''Burayı seviyordum.''

''Gitmemiz gerekiyor Bay Park. Kaçalım buralardan, her şeyi geride bırakalı-''

''Yapamam albay.'' Kıyamam ona, kendimle beraber yakamam bu güzel adamı. Kendime kızarım, dayanamaz kalbim bunca çileye. Onu fazlasıyla seviyorum, sevdiğimi de kendimle beraber yakamam. Varsın kıyamet kopsun, ben yine ona kanatlarımı gererim. Olan bana olsun. Yeterince harabeyim zaten.

''Neden böyle yapıyorsunuz? Hiç mi acımanız yok bana?'' Bencildi sevgilim. Öyle ki aslında onun için kalmak istediğimi anlamadı.

''Yok.'' Dedim buz gibi sesimle. İlk defa üşüdü, fark ettim. Bembeyaz oldu suratı. Tüm çocuksu parıltısı kehribarlarından silindi. İçim gitti lakin bir mesafe koydum aramıza. Geç bile kaldığım kocaman bir mesafe. ''Bu kadar çok seviyorsanız benim yerime idam olun albay.'' Sözlerim, benden izinsiz çarpıyordu birkaç darbede yıkılacak koca duvara. Lakin ben ne yapabilirim ki? O benim sevgilim, o benim her şeyim.

Elindeki bavul büyük bir gürültüyle yere düştü. Fermuarı patladı, tekerlikleri bile parçalandı. Benden bu denli iğrenç sözler beklemediğinin farkındaydım, ne yapabilirim ki? Onu kendimden uzaklaştırmaktan başka ne yapabilirim? Omzumda kol gezen yalnızlık beni perişan ederken sevgilimi kırmaktan başka ne yapabilirim söyleyin bana? İntihar mı etmeliyim?

''Siz ne ara böylesine kırıcı sözleri dile getirir oldunuz? Sizin için yapamayacağım hiçbir şey yok Bay Park.'' Dolu gözleriyle dışarıyı kontrol etti. Bahçeye giren araba sesinin farkına vardığım an her şeyin geç olduğunu anladım.

Kaçalım albay...

Sanki ümidi kesmiş gibi yere çöktü. Patlamış bavulunu kenara çekip cebinden çıkardığı sigarasıyla dışarıya çıktı. Tek başıma kaldığım an yere çöktüm. Tanrıya yemin ederim ki kaçmak istiyordum. Buralarda kalmak sadece beni hırpalıyordu.

''Ben sanki istemiyorum aptal.'' Yere yumruğumu vurdum. Sinirim tüm vücuduma yayılırken zor da olsa kalktım, cama gittim. Namjoon arabasına yaslanmış sinirli sinirli bir şeyler anlatan albayı dinliyordu. Elinde sigarası, ayaklarıyla tuttuğu ritim ve ona dair her şey... İster istemez heyecanım içimde büyük bir volkana dönüştü. Anlamasam bile izledim albayın mimiklerini. Sakin konuşuyor olmasına rağmen sinirini hissediyordum. 

Soldier'JikookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin