3

923 115 48
                                    


10 Aralık 1910 - Hanguk

"Bay Park." Diye seslendi küçük Seuk. Yazı yazdığımdan olsa gerek kafamı kaldırıp etrafıma bakamadım.  Tekrardan zikretti adımı. "Bay Park?" Sesindeki heyecana tanık olduğumdan gözlerimi yoklama defterinden kaldırıp ona çevirdim. Onca öğrencimin arasında sesin sahibine denk gelmek elbette zordu, lakin ezberledim artık.

"Efendim Seuk?" Çürük arka dişlerini göstererek gülümsedi, baktığı yöne döndüm ister istemez. Askerler...

Bilgi almak için tam kalktım kapıdan çıkacaktım ki büyük bir gürültüyle açılan kapı omzuma çarptı, geriye doğru yalpalandım. Albay Jeon üniforması ile karşımdaydı. Öfke kusan gözlerini fark etmemek için kör olmak gerekirdi. "Bir yere mi kaçıyordunuz Bay Park?" Kaşlarımı çattım. Bu şekilde dersimi bölemezlerdi.

"Ne saygısızca bir üsluptur bu albay Jeon?" Haykırmamla birkaç öğrencimin korkup paltoma yapışması bir oldu. Daha yeni girmiştim derse, paltom bile üzerimdeydi. "Lütfen çıkın dışarı ve izin alarak girin." Gözüm arkada duran üniformalı Namjoon'a çarptı. Askerdi, ben ne tür bir oyuna düştüm böyle? Oysa ne çok dost dediğim düşmanlarım varmış.

Öfkeyle inip kalkan göğsümü dizginlemekte zorlandım. Kendimi boşverip paltoma yapışan kız öğrencilerimi yerine oturttum. "Geleceğim, ben gelene kadar sen yaramazlık yapanları not al Seuk." Kapıdan çıkar çıkmaz kollarıma tutunan askerlerden kurtulmaya çalıştım. Kurtuldum da. Lakin sırtım sert bir şekilde duvara çarptı, yüzümü buruşturdum. Canım kıymetliydi benim...

Nereden bilebilirdim ki birgün askerlerin beni itip kakacağını?

"Bay Park zorluk çıkarmayın ve bizimle gelin lütfen." Yüzsüz gibi konuşmaya çalışan albaya gözümü devirdim. Eğer adam gibi olayları anlatsalar peşlerinden giderdim zaten. Ben vatanıma ihanet edecek hiçbir harekette bulunmadım. Peki ya Seung? Seung neden burada değildi?

"Bu yaptığınız alçakça, askerlerinize söyleyin bana dokunmasınlar." Ciddiydi, onun ciddiliği beni kapana kıstırıyordu. Hastalığımdan dolayı nefes nefese kaldım, kravatımı gevşettim. Ellerim titriyordu. Dünyanın adaletine karşı küfretmemek adına dudaklarıma eziyet ettim.

Korkuyordum işte, yalnızdım şu an. Kendimi de adam gibi anlatamazdım ki. Seung'un nerede olduğunu sormaya dilim el vermedi. Belki de ilişkimizi öğrendiler, nişanlım benim yüzümden ölmüş bile olabilir. Ama birgün onun patavatsızlığı başımıza iş açacaktı, tıpkı şu an olduğu gibi. "Seu-" Diyemedim, yutkundum. Gözlerim doldu, zar zor gördüm albayın suratını.

Parmağımdaki nişan yüzüğümüze kaydı bakışları. Biliyordu işte, mahvetti ikimizi de.

Bana doğru yaklaşıp kulağıma dudaklarını değdirdi Namjoon. Dolu gözlerimden dolayı ne yaptığına emin olamadım. Ona nefretimi kusmak istiyordum. "Sadece denileni yap Jimin, söz veriyorum sana hiçbir şey olmayacak."

Bir şey dememe gerek kalmadan gözlerim karardı olduğum yere düştüm...

Uyandığımda çadırın içinde sırt üstü yatıyordum. Gözlerim çadırın beyaz zemininde tur attı, kalkmaya mecalim olmadığından hareket edemedim. Daha önce görmediğim adam arkası dönük bir şekilde iğnelerle uğraşıyordu. Güç bulup kalkmaya yeltendiğimde ayağıma takılı olan zincir gürültüyle yatağın demirine çarptı. "Lütfen kalkmayın iğnenin etkisi hala daha üzerinizde." Omzuma dokunup yavaşça geri yatırdı. İsimliğine baktım.

Kim Taehyung...

"Neler oluyor?" Endişeyle iğnenin ucunu kontrol etti. Bir kez daha bayılacağımın bilinciyle gözlerimi kıstım.

Soldier'JikookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin