30 Aralık 1910 - Hanguk
Öyle çekip gitti hayatım, benden izinsizce. Ne kapalı odalarda çığırından çıkana kadar ağlayabildim ne de kırık aynalara kendimi anlatabildim. Sessizce göçüp gideceğim bu dünyada sırtımı yaslamak için duvar dahi bulamadım. Çaresizdim, tatsız bir yıpranıştı benimkisi. Seung ortalarda yoktu, bir mektup dahi göndermedi. Aptal gibi evimi değiştirmedim, onu günlerce camımın dibinde bekledim. Gelmedi, oysa ki vanilyalı pasta bahaneydi. Ben sadece geleceğinden emin olmak istemiştim.
O geceden sonra albayla da görüşemedik. Duydum, gitmiş buralardan. Saldırı yüzünden üstleri fazlasıyla katı davranmış, ben sebep oldum tüm bunlara. Belki de yanlış adamı sevmeseydim, parmağımdaki yüzüğü çoktan çıkarıp atsaydım bunca şey başımıza gelmeyecekti. Ne ben albayı tanıyacaktım ne de albay beni. Lakin tanrı var, Seung tekrar karşıma çıkacak olsaydı yine bu aptal kalbim yerinde şimdi durduğu gibi durmazdı.
Kader, beni alaşağı ederken başkalarına umut oldu. Benim yerime de gülsünler, ben gülemedim.
Delik deşik olan duvarımın üzerini tablolarla sakladım. Tıpkı kendim gibi bir duvardı işte. Kimse o tabloyu çekip almadıkça altındaki kusur gözükmezdi. Zaten sorgulayacak kişi de yoktu. Bir albay vardı işte o da çekip gitti.
Kapı çaldı, emin olduktan sonra göz yaşlarımı Seung kokan hırkamın kol kısmına sildim. Yavaş yavaş gittim. Kapıyı açtım. O bana baktı ben ise elindeki pastaya. Her şey ne kadar da tokat gibiydi, tanrı mesaj yolluyordu sanki. "Merhaba." Gamzesini gözüme sokmak istermiş gibi gülümsedi. Arkasında isteksiz duran kişiye çarptı irislerim. Tıpkı benim gibi hayattan bir beklentisi yokmuş gibiydi. "Ben Hoseok ve arkadaşım Yoongi karşı apartmana taşındık." Kulağımı tırmalayan sesin sahibine dönüp soğuk bir ifadeyle gülümsedim. Pastayı karnımdan içeriye sokmak istermiş gibi uzattı.
"Kusura bakmayın, yemek konusunda berbat olduğumuz için sipariş verdik." Bir dilim pasta midemi ne kadar bulandırabilirse o kadar bulandı. Aklıma sürekli Seung geliyordu, ister istemez ağlama isteğim arttı.
"Teşekkür ederim." Dedim neşeli çıkarmaya özendiğim ses tonumla. Lakin detone oldum, sesim götüme kaçtı sanki. Birkaç kez boğazımı temizledikten sonra pastayı elinden aldım. "Hem de vanilyalı." Diye ekledim. Soğuk gözükmek istemezdim, kendi sorunum beni ilgilendirirdi. Neden bunun için başkalarını kırmalıydım ki? "Bayılırım."
"Afiyet olsun o halde." Önümde saygıyla eğilip arkadaşıyla uzaklaştı. Rüzgar estikçe burnuma değen sigara kokusuna kaşlarımı çattım. Zaten Yoongi denilen herifte uyuşturucu olsa yeridir. Hiç konuşmadı benimle, soğuktu biraz. İçeriye girecektim, yemin ediyorum ki her şeyin bir rüya olduğunu düşündüm.
Kapı kapanmadı, birisi ayağını soktu aralıktan. Pastayı sımsıkı tutup girmek için ısrarcı olan kişiye baktım. Zaten ben daha hareket etmeden kapı sert bir darbeyle açıldı.
"Bir saniye." Albay, elindeki sigaradan son bir duman alıp evime girdi. Ağzından çıkan duman suratıma değdikçe yüzümü buruşturdum. Ben de sigara içiyordum fakat benimkisi nane kokuyordu. Böylesine ağır bir kokuyu ilk defa alıyordum. "Pardon." Şöminenin oraya gidecekken kapıyı açık unuttuğunu fark edip tekrardan yanıma geldi.
Kapı kapanana kadar gözlerimi ayırmadım, gittiğini sanıyordum.
"Şimdi de izin almadan mı giriyorsunuz albay?" Şöminenin önüne geçip ellerini uzattı. Isınmaya çalışıyordu, üşüdüğü kızarık burnundan belli oluyordu zaten.
"Artık dost olduk sanıyordum Bay Park."
"Bunu size düşündüren ne?"
Omzunu silkip atkısını çıkardı. Dışarısı gerçekten de soğuktu. İki dakika açık olan kapıdan bir düzine rüzgar girdi resmen.
"Nişanlınız." Dedi kalın sesiyle. Yanına gidip elimdeki pastayı şöminenin üst kısmına koydum.
"Yanılmışsınız-"
"Evet, yanlış söyledim. Eski nişanlınız Bay Park." Pastaya parmağını daldırıp kremayı ağzına götürdü. Yüzümü buruşturdum. Ne zaman gidecekti? Onu görmek beni mutlu etse de artık gitmeliydi. En azından işini benim yüzümden kayıp etmedi.
"Size bir teklifim var Bay Park." Merak etsem de sorgulamadım. Kollarımı göğsümde birleştirip dinledim. Daha önce fark edemesem de büyük burnu yüzüne yakışıyordu. Yanlış anlar diye pek inceleyemedim. Korktum. "Sizin gay olduğunuzu sır olarak saklayacağım lakin bana yardımcı olmanız gerekiyor. "
Resmen tehdit ediyordu. Bana seçim şansı tanımamıştı ki. Gerçi ölüm bile artık koymazdı bana. "Seung'un kirlilerini ortaya dökmemde büyük rol oynayacağınızı düşünüyorum."
"Biz hala nişanlıyız albay." Elimi kaldırıp yüzüğü gösterdim. Gözleri birkaç saniyeliğine oraya kaydıysa da umursuzca kafasını çevirdi.
"Sizi öldürmeye çalıştı."
"Siz de öyle." O gece kafama silah dayayan kişi oydu. Asıl güvenmemem gereken kişi de oydu. Şimdi karşıma gelmiş pişkin pişkin tehdit mi ediyordu?
"Bence fazla uzatıyorsunuz Bay Park. Ya benimle iş birliği yaparsınız ya da sizi zincirleyip devlete teslim etmek durumunda kalırım." Evet çaresizdim.
Kabul ettim.
1 Ocak 1911 - Hanguk
"Bilmiyorum Namjoon." Sigaramdan aldığım dumanı dışarı vermeden önce sözlerime devam ettim. "Gitmem gerekiyor artık." Kafasıyla onayladı, hiçbir şey demeden Taehyung'un yanına gitti. Sigaramı açelyaların arasına atarak taburdan ayrıldım.
Beni izleyen bir çift gözün farkında dahi değildim. Elindeki sigarasıyla birlikte duvara yaslanmış kısık gözleriyle baştan aşağı süzdü. Gülümseyip arkamı döndüm.
"Bay Park." Gülümsemem büyürken derin bir nefes verdim. Onca yolu ne ara aştı bilmiyorum, karşıma çıktı tekrardan. Çenemden tutup kafamı kaldırdı. Ortalık alanda yaptığı şey yanlış dahi anlaşılabilirdi. "Mutlu yıllar." O aptal kolye...
Güya beğendiği kolyeyi gözümün önünde sallayıp ağzındaki sigarayı tükürmeden konuşmaya devam etti. O sigaranın orada nasıl düşmeden durduğunu merak ediyor olsam da sormaya yeltenmedim. "Takabilir miyim?" Sadece gözlerine bakıyor olmam ona cesaret vermiş olmalı ki arkama geçip kolyeyi boynuma doladı. Saniyeler içinde kilidini taktığı kolyeyi nazikçe göğsümün arasına bırakıp sigarayı sağ eline aldı.
"Bu niye?" Belki kulağa patavatsızca gelse de benim için garipti. Bir anda pamuk şekere dönüşmesi normal miydi yoksa ben mi paranoyak oluyordum?
"Çöpe gidecekti."
"O halde neden aldınız albay?"
"Bu gereksiz şeye para harcamanıza gönlüm el vermedi." Bir kahkaha patlattım. Yemin ederim ki benden bağımsız çıktı. Onu çözmeye çalışıyordum, çözmeye çalıştıkça gülesim geliyordu. Homofobiği diplerinde yaşayan albay şimdi bir öğretmene yürüyor muydu?
"Benim param sizi neden ilgilendirir oldu?"
Cevap vermedi, biraz sinirlendi sanki.
"Eve mi gidiyorsunuz?" Konuyu değiştirmesini fırsat bilip kafamla onayladım.
"Gelmek ister misiniz? Sanırım kahvelerimin son kullanma tarihi bitmek üzere."
Onun yanındayken Seung'u unutuyordum. Albayı tanıdıkça Seung gözüme vahşi bir hayvan gibi geliyordu. Bunu istemesem de çekiliyordum, ayak uyduruyordum işte. Zaten Seung yakalandıktan sonra tüm ilişkimiz kesilecekti. Dün imzaladığım sözleşmede bu aptal madde de vardı...
Sorgulamadan geldi evime. Üstümü değiştirmek istediğimden dolayı kahve yapma görevi ona kaldı.
"Bay Park." Yine duydum sesini. Yatak odamın kapısından kafamı çıkartarak baktım. Elindeki kahve paketini sallayarak gülümsedi. "Bunların son kullanma tarihinin bitmesine 10 ay kalmış."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Soldier'Jikook
FanfictionTamamlandı ✔️ -1910- "Gülün." Dedi onca farklı kelime varken. "Gülün lütfen, öndeki yamuk dişiniz öyle çok hoşuma gidiyor ki Bay Park." Son cümlesini yüzüme doğru fısıldadı. Ve devam etti beni bugün gömmeye niyeti varmış gibi. "Sizi yamuk dişinizden...