11 Ocak 1911 - Hanguk"Söylemiştim size." Bu karanlık, basık hücrenin içinde dört dönüyorken sakin olmam imkansızdı. Korkuyordum elbette. Korkmamak elimde değildi. İdam bile edilebilirdim. Aptal, ucu sonu olmayan dedikodular yüzünden.
Sinirlerimi daha da bozmaya niyetliymişçesine "Neyi?" Dedi. Parmaklarımı saçımın arasından geçirdim. Şimdilik sakin kalmalıydım. Ne de olsa halkın gözünde bir canavardım. Öğrencisini katleten çocuk düşmanıydım. Seul'un ailesi bile hususi olarak yanıma gelip suratıma tükürdü. Ben daha kime derdimi anlatayım?
"Niye mi? Bana bunu soruyor musunuz albay? Tabi hoş, siz işinize döndünüz. Ben şahsıma yapılan hakaretler yüzünden bir daha iş bile bulamayacağım." Demirliklerin arasından uzattığı bir dal sigarayı ittirdim. Sinirlerimin kızıştığını anlamış gibi yarısını getirdiği izmariti acemice bir yere fırlattı.
"Size iş vermeyen de kimmiş? Bu ne cüret?" Yan ağız gülümseyerek kafamı iki yana salladım. Bu durumda bile dalga geçebiliyordu.
"İdam edileceğim albay, siz de eskimiş tahtanın ötesinde sigaranızı içerken beni izliyor olursunuz." Kaşları çatıldı, sanırsam yaptığım ithamlar onu epey incitti. Lakin umrumda bile değildi, ben ölmek üzereydim. Şunun şurasında sayılı zamanlarım vardı.
İşlemediğim bir suç için ne diye ölmek zorundaydım ki? Ben yaşamak istiyordum, yaşamak ve hayalimdeki mesleği sonuna kadar götürmek. "Ne vakit canınız yanarsa çarmıha asılmış gibi hissederim Bay Park." Flörtöz konuşmasından ötürü rahatsız olup etrafıma bakındım. Birisi duyacak olursa benimle beraber idam edilirdi. Belki de bir sürü kurşun yerdi o çok güçlü sandığım bir kurşunluk bedenine."Şu halde bile beni düşünüyorsunuz. Söyleyin Bay Park; siz öldüğünüzde beni kim düşünecek?"
Kaşlarım çatıldı, tanrı şahidim olsun ki titriyor olmam soğuktan ötürüydü. Etkileniyor falan değildim, bu aptal albay beni sadece parmağında oynatırdı. "Homofobik olduğunuzu düşünüyordum-"
"O sizi tanımadan önceydi." Kendinden emin cevapları beni kalpten götürecekti. Nefes alabilmek için eskimiş sandalyeye yerleştim. Demirlikler olmasaydı bu patavatsız deyimlerine devam eder miydi?
"Biliyor musunuz albay? Ben de sizi tanıdıktan sonra homofobik olmakta karar kıldım." Gülümseyip kafamı yana yatırdım. Sözlerim zerre canını yakmıyordu. Sabahtan beri elinde tuttuğu kıymığı dişine değdirip duruyordu. Onu ben değil devlet dahi incitemezdi.
"Pekala." Sonunda kıymığı kenara atıp demirliklere tutundu. Çıkan gıcırtıdan rahatsız olsam da dudaklarımı dişledim. Ağzımı açacak olursam onun tavırları yüzünden tükürdüğümü yalayacaktım. En iyisi sessiz olmaktı. "Ne zaman yüzüğü çıkaracaksınız Bay Park?" Elime kaydı bakışlarım. Neden çıkarmamıştım ki? Sanki deli gibi seviyordum onu. Eski sevgim zerre yoktu, nefret besliyordum. Üstelik öğrencimi bile katletmişti o psikopat. "Çıkardığınızda haberim olsun, yenisini takacağım. İçinde Jeon Jimin yazıyor olacak." Avuçlarını havaya kaldırıp hayali bir şerit yaptı.
Tüm hareketlerini yüzümü buruşturarak izliyordum. Bu sözleri samimi gelmiyordu, ona bile güvenemiyordum. Zaten Seung gittiğinden beri benim için gerçek aşkın bir anlamı kalmadı.
Albay dahi filizlendiremezdi toprağımı.
"Dalganız bittiyse plana dönelim."
"Haklısınız." Yakasını düzeltip sert bir tavırla gözlerimin içine baktı. Eski halinden farklıydı, onun ciddi haline karşı savunmasızdım. "Ben açelyalar olsun diyorum."
"Neyde?"
"Neyde olacak? Yeni evimizin balkonunda." Gözlerimi devirdim. Pekala, yavaş yavaş hoşuma gidiyordu. Gülümserken buldum kendimi, ufak, aşırı ufak hayalini kurmuş olabilirim. Bir hayal bile pantolonumu zorlamaya yetiyordu.
"Birisi duyacak albay, benimle flört etmeyi kesin." Kafasıyla onaylıyor olsa da kesmeyecekti. Hafif sarhoş olduğundan bunları yaptığı gerçeği doldu aklıma. Yüzüm kaskatı kesildi. Tüm gülümsemem bir tozla birlikte uçup gitti. "Ayrıca sarhoş musunuz siz?" İşaret parmağını bana çevirip yanına gelmem için işaret yaptı. Kararsızlıkla yerimden kalkıp yanına gittim. "Albay lütfen eviniz-" Yakama yapışıp demirlere çekti.
Göğsüm demirlerin soğuk tarafıyla haşır neşir olurken titredim. Üşüyordum, üstelik burnumu demire vurmaktan son anda kurtardım. "Bay Park." Dedi boğuk sesiyle. O kadar da içmiş değildi. Sarhoş bile olduğunu sanmıyorum, tüm duyguları doğru muydu? Ona gerçekten güvenebilir miydim? "Neden bana bunu yapıyorsunuz?"
"Ne yapt-" Yüzüme yaklaştığından konuşmayı kestim. Onun naneli sigara kokan nefesi yüzüme vurdukça ısınıyordum. Hava eksilerdeydi, ince kıyafetlerim beni sıcak tutmaya yetmiyordu.
"Neden o yüzüğü takıyorsunuz? Size verdiğim kolye yeterince güzel değil mi?" O kolyeyi hiçbir zaman beğenmedim ki. Yüzüğü de unuttuğumdan takıyordum. Ağlamaklı sesiyle konuşmaya devam etti. "Lütfen çıkarın onu."
"Albay, bence siz sarhoşsunuz."
"Kıyafetleriniz çok ince, üşümüyor musunuz?" Yakamı bıraktığında birkaç adım geriye gittim. Karanlıkta yüzümü zar zor görebilirdi. Kalın kürkünü çıkararak demirlerin arasından soktu. Gözünün içine baktım, almak istiyordum. Burada ne kadar üşüdüğümü bir tanrı bir de ben bilirdim. "En azından bunu kabul edin."
Aldım... Nereden bilebilirdim ki her şeyin daha da garipleşeceğini.
12 Ocak 1911 - Hanguk
"Al." Bir köpekmişim gibi önüme fırlatılan gazeteye göz gezdirdim. En azından bu isteğimi yerine getiriyorlardı. Zor da olsa gündemi takip edebiliyordum.
Son sayfayı açtım heyecanla. Orada sticker olmasını beklerken vesikalık fotoğrafıma denk geldim. Yalan olsun istedim. Seung'un eşi olmakla suçlanmak bana daha makul geliyordu. En azından böyle olmamalıydı.
Hak etmeliydim. Son nefesimi verirken aklım eskide olmamalıydı. Tertemiz bir hayat sürmüş olmanın inancıyla gitmeliydim. O korkunç ipe asılırken insanların lanetlerini duyarak değil de acıyan gözlerini görmeliydim. Başka günahkarların değdiği kalın ipte sallanmak yerine salıncaklarda sallanmalıydım.
Bir masal gibi gelse de ben istediğim hayatı yaşamalıydım. Sevilmeliydim. Hatırlanmalıydım. Zor olsa da albaya karşılık vermeliydim. Ben de sevebilirdim. Bir kez daha deneyebilirdim.
28 Şubat
Park Jimin için idam-"Bay Park?" Kafamı kaldırmakta güçlük çektim, sanki kafamı kaldırırsam bir ip bağlanacaktı devlete karşı kıldan ince olan boynuma. Lakin onlar benim ne kadar korktuğumu bilemeyecek kadar cahillerdi. Bir adam gibi söylüyordum, haykırırdım da.
Ben suçlu değilim.
Ben kimseyi incitmedim.
Korkağın tekiyim.
Ölmek için hak etmem gerekirdi, ailem için yaşamalıyım.
Onlar yerine yaşamalıyım.
Onlar yerine nefes almalıyım.
Zaten her şey onlar içindi. Seung'un sevgisine inandığım günden beri tanrıyı dahi unutan ben, ailem ne düşünür diyip durdum. Telafi etmek için zamanım vardı elbette.
Ama son nefesimi de 28 Şubat gecesinde verecektim.
"Bay Park?" Kulağıma kadar yanaşan albaya baktım. Tüm gücümle doladım kollarımı, nefes almak dahi zordu benim için.
"Albay." Dedim kısılmak üzere olan ses tonumla. "Albay lütfen izin vermeyin." Sarılmadı bana. Kollarını iki yana açıp ona sarılmama izin verdi. Sadece, beni huzura erdirmeyecek olsa da sarılmasına ihtiyacım vardı.
En azından itmedi, çekip gitmedi.
"Albay." Seslendim tekrardan. Soğuktanmıdır bilinmez içim kıpır kıpırdı. "Ölecek miyim?"
"Belki." Umursamaz tavrıyla omuzlarımdan tutup geriye ittirdi. Dolu gözlerimle takip ettim kehribarlarını. "Belki otuzlarında, belki yetmişlerinde..." Nefes almak için durdu lakin hemen sonra devam ettirdi yarıda kestiği cümlesini.
"Hepimiz elbet bir gün öleceğiz güzel adam."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Soldier'Jikook
FanfictionTamamlandı ✔️ -1910- "Gülün." Dedi onca farklı kelime varken. "Gülün lütfen, öndeki yamuk dişiniz öyle çok hoşuma gidiyor ki Bay Park." Son cümlesini yüzüme doğru fısıldadı. Ve devam etti beni bugün gömmeye niyeti varmış gibi. "Sizi yamuk dişinizden...