9 Ocak 1911 - Hanguk
"Park Jimin!" Bir haykırış duydum enkazın dışarı kalan kısmından. Darmadağın olan beni kurtarabilecek bir ses. Lakin biliyorum ki albay bile gelse çekip kurtaramaz beni bu leş gibi kokan demirliklerin ardından. "Jimin?" Sanki daha demin haykıran o değilmiş gibi tiz sesiyle demirlere yapıştı. Kendime doğru çektiğim bacaklarıma doladım kollarımı. Birkaç saniye bakışsak da onun şaşkın irislerinde bir umut göremedim. Kafamı dizime dayayıp düşündüm. Nasıl kaçabilirdim hapisten? Kim kurtarabilirdi beni?
Albay da vatan haini ilan edildi.
"Neden suratıma bakmıyorsun? Yoksa duyduklarım doğru mu?" Cevap vermedim. Israrla sinir bozucu sesini kesmedi. "O şerefsizin senin başına iş açacağını biliyordum." Kaşlarımı çattım lakin karanlıkta beni göremezdi. Üstelik kafam hala daha dizime gömülüydü. "Albay tek kendi başını değil, senin gibi masumların başını da yaktı. Ne vardı sadece mesleğini devam ettirseydin?"
"Ne diyorsun sen Joon?" Yerimden kalkıp demirlere gittim. "Onun hiçbir suçu yok. Tüm suç Seung'da. Bunu anlamayacak kadar salak mısınız?" Şaşkınlıkla suratıma bakıp demirlere tutunan parmaklarıma dokundu. Sıcak ellerine karşı tüylerim diken diken olurken bir adım geri gittim.
"Bir şeyler biliyorsun değil mi?" Ona güvenip güvenmemek konusunda emin olamadığımdan kafamı iki yana salladım.
"N- ne bilebilirim? Benim hiçbir şeyden haberim yok." Kafasını yana yatırıp cebinden çıkardığı gazete kesitini uzattı. Seul'un bana gösterdiği manşetti. Her şey den haberim vardı. O masumu da öldüren kişi Seung'du.
"Neden burada olduğunu bilmiyor musun? Vatan haini ilan edildin Ji-"
"Saçmalık." Diye haykırdım avazım çıkana kadar. Herkes mi aptal olurdu tanrı aşkına? Bir çocuğu öldürmekle suçlanıyordum. "Seul'u öldürdüğüm için buradayım."
"Öğrencini mi ölüdürdün?"
"Evet, yani hayır. Oralar karışık Joon. Benim kimseyi öldürdüğüm falan yok tamam mı? Her şey bir oyundan ibaret. Seung öldürdü ve silahı elime-"
"Namjoon? Burada ne yapıyorsun?" Tanıdık sesin sahibini görmek adına kafamı demirlere yaklaştırdım. Bu, o gün gördüğüm adamdı. Adı neydi hatırlamıyor olsam da yüzü net bir şekilde aklımdaydı.
"Ne durumda olduğunu kontrol ediyordum albay."
"Sen?" İşaret parmağımı ona çevirip gözlerimi kıstım. Bakışları beni bulur bulmaz dudakları aralandı. Eminim ki o da tanıyordu beni.
"Bizi yalnız bırak asker." Namjoon kafa selamı verip karanlıkta kayboldu. Şimdi sadece ikimiz vardık. Her ne kadar muhabbetimiz olmasa da tanıyordu beni.
"Beni tanıyorsunuz değil mi? O gün evime gelmiştiniz. Adı-"
"Sizi tanımıyorum." Sözümü kesip cebinden çıkardığı bir dal sigarayı uzattı. O bile yalan söylüyordu bana. Çaresizlikle yakasına yapıştım. Arması serçe parmağıma takılıp yere düştü.
"Yoongi." Diye fısıldadım. Kaşları çatıldı, sanki yanlış zamanda yanlış yerdeymiş gibi bileklerimden ittirdi. Vazgeçmedim. Jungkook'un yerini alan bu adamı tanımamazlıktan gelirsem kafayı yerdim. "Sen ve sevgili-"
"Kes sesini." Elini ağzıma dayadığından nefes almakta zorluk çektim. Diğer eliyle yakama yapışıp demirlere doğru çekti. "Bunu başka bir yerde söyleme."
"Bana yardımcı olursan ağzımı kapalı tutarım." Kafamı arkaya doğru çekip dudağıma eziyet eden avcundan kurtuldum. Her şey film gibi geliyordu. Sanki ölecektim ve ne yaparsam yapayım hayatta kalmam için bana zaman tanınmayacaktı.
"Sana nasıl güvenebilirim?" Yakamı bıraktığında üzerimi düzelttim. Tekrardan uzattığı sigarayı alıp dudaklarımın arasına koydum. Nane kokusu burnuma buram buram doluyordu. En azından sigara konusundaki zevkimiz aynıydı. Yan ağız gülümsedim. Bir kurtuluş yolum vardı. Yoongi'yi kullanmaktan başka bir çarem de olmadığından elimden ne geliyorsa yapmalıydım.
"Bana bir sırrını ver." Dedi ağzından duman çıkarmadan hemen önce. Ve devam etti. "Böylelikle sana güveneyim." Bu konuda emin olamadığımdan omzumu silktim. "Albayla aranda ne var?"
"Hi-"
"Sevgilim." Diye bir ses duydum yan zindandan. İşte şimdi her şey yerine oturuyordu.
"Albay?" Kafamı demirliklerden soksam da göremedim onu. Ne zamandır buradaydı? Ben burada hıçkıra hıçkıra ağlarken tek bir ses dahi etmeden öylece durdu mu? Ne kadar da bencil bir adamdı. Gözlerimi devirip Yoongi'ye baktım. "Onun burada olduğunu biliyor muydun?"
"Evet. Senden de duymak istedim."
"Neyi?"
"Sevgili olup olmadığınızı." Nasıl bir oyunun içinde olduğumu düşünsem de bir türlü cevaba varamadım. Hala daha şaşkındım.
"Namjoon'u sen ayarttın değil mi?" Sonunda görebildiğim albaya karşı kaşlarımı çattım. Beni denedi. Eğer Namjoon'u onaylayıp Jungkook'a vatan haini deseydim ne olacaktı ki? Benim gibi zindandaydı. Hiçbir bok yapamazdı.
"Bana neden mektuplardan bahsetmedin?"
"Sormadın." Dedim kırgın çıkan ses tonumla. Bunca yaşadığım olaydan sonra oyuna gelmek zihnimi de beni de yıprattı. Ne yaparsam yapayım akıl karı değildi benim için. Çocuk muydum ben?
"Sorsaydım söyler miydiniz Bay Park?" aramıza ördüğü saygı kipine karşı afallasam da omzumu silktim. Gözümden düşen bir damla yaşın üzerine elimdeki sigarayı attım. O küçücük damla birkaç saniyede göl oldu. Çaresizce boğuldum. Bu iki koca adamın önünde hıçkıra hıçkıra ağladım. Ne Seul'u geri getirebilirdim ne de nişanlımı. Ben her şeyin farkındalığıyla kendi mezarımı kazdım.
"Asker, kapıyı aç." Yoongi aldığı emirle Jungkook'un kapısını açarken ikinci yediğim darbeden dolayı kendi köşeme geçip eskisi gibi oturdum. Bacaklarımı da kendime doğru çekip kafamı dizime dayadım.
"Ben kimseyi öldürmedim." Dedim hıçkırıklarımın arasından. "Elime silah verseniz düşman bile vuramam." Sesim duyuluyor muydu emin değildim. Öyle kendi kendime konuşuyordum işte. Zaten amacım içimi rahatlatmaktı. Başkası duysa ne olur? Albay bile inanmıyor bana.
"Sen gidebilirsin." Uzaklaşan ayak seslerini işitsem de kafamı kaldırmadım. Belki de gördüğüm o aptal haber bile yanlıştı. Zindanın paslanmış kapısından gelen gıcırtıya karşı gözlerimi sımsıkı kapattım. Albay bana doğru geliyordu. Tam olarak duyamasam da kokusunu işitiyordum. "Bay Park." Yere çöküp dizlerime ellerini koydu. Sıcaktı, sımsıcak.
Titrediğimden dolayı dokunuşları rahatlatıyordu. İnkar edemezdim. Albay beni büyük bir hayal kırıklığına uğrattı. "Size yardım etmek istiyorum." Kemikli parmaklarını dizlerimin üzerinde dans ettirdiğinden olsa gerek ağlamam şiddetlendi. Bir endişe seziyordum ses tonundan. Pek anlayamasam da acıyordu bana.
"Siz beni korudunuz, vatan haini olmadığımı savundunuz. Size borçluyum artık." Kafamı kaldırıp gözlerine baktım. Kızarmış irislerimi görür görmez kaşlarını çattı. Ellerini havaya kaldırıp gözlerime doğru getirip tereddüt ederek geri çekti. Yanlış anlarım diye düşündüğünü varsayarsak yaptığı şeyin doğru olmadığına eminim. Yanlış anlardım. Benim için doğru olan şey başkaları için yanlıştı.
"Size yardım edeceğim."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Soldier'Jikook
FanfictionTamamlandı ✔️ -1910- "Gülün." Dedi onca farklı kelime varken. "Gülün lütfen, öndeki yamuk dişiniz öyle çok hoşuma gidiyor ki Bay Park." Son cümlesini yüzüme doğru fısıldadı. Ve devam etti beni bugün gömmeye niyeti varmış gibi. "Sizi yamuk dişinizden...