14 Ocak 1911 - Hanguk"Park Jimin." Kafamı kaldırmadım, kendi kendine konuştuğunun farkındaydım çünkü. "25 yaşında, edebiyat öğretmeni." Parmağımdaki nişan yüzüğümü stresten çıkarıp takıyordum. Kenarda en az karşımdaki adam kadar üst rütbeli Jungkook duruyorken bile rahat değildim. "Ve nişanlı."
Kafamı kaldırdım. Gerçekler yüzüme tokat gibi çarpıyordu. Yüzük olan elimi gizlemek için yumruk yaparken nefes alış verişim hızlandı. Bu koskoca oda, tüm hayat enerjimi emip alıyordu. "Nişanlı değilim, öylesine aldım." Dedim titreyen sesimle. Gerçekten de zordu her şey. Artık kendimi anlatmaya çalışsam da anlamazdı. Çünkü ben o adamın gözünde cani katilin tekiydim. Nefes alıp verişlerimi bile sayıyordu. O derece gözüne batıyordum.
Artık yemek dahi vermezlerdi.
"Beni aptal mı sanıyorsunuz Bay Park?"
"Haşa." Kafamı iki yana salladım. "Ölen babamın yüzüğüydü." Dudaklarını büktü. İnanmadığı aşikardı. İnanmasını beklemiyordum zaten. Bana kim inanırdı ki? Artık ben bile şüphe duyuyordum kendimden.
"Nişanlınız kim Bay-"
"Yeter bu kadar." Odada yankılanan sesin sahibine döndüm. Kalbimin albayı Jeon Jungkook... "Sorgulamanız bittiyse gidin artık."
"Kuzeyin albayına bu günahkar adamın yanında böyle saygısızca mı davranıyorsun? Bunu rapor edeceğim Bay Jeon."
Rahatsızca yerimde kıpırdandım. Benim yüzümden rapor edilmesine gönlüm el vermezdi.
"Lee She." Aklıma gelen ilk ismi söyledim. "Lakin Rusların düzenlediği hain pusuda öldü." Konuşmak için hamle yapan Jungkook'a yalvarır gibi baktım.
"Götürün." Askerler kolumdan tutup sürüklerken etrafıma bakma şansım oldu. Açelyalar kurumak üzereydi, kış bitiyordu. Her ne kadar burada kış uzun sürüyor olsa da hissediyordum.
Ve bilmediğim, eskisine nazaran daha sıcak olan odaya getirildim. "Burası neresi?" İçeriye doğru ittirildiğim için dizlerim üzerine düştüm. Ağzımdan bir inleme kaçtı. Odada benden başkası olduğunu da biliyordum. Ayak sesleri kulağıma doluyordu çünkü. Hala daha yerden kalkmamışken ellerimle destek aldım.
Sırtıma baskı uygulayan ayakkabı yüzünden kalkamadım. Koku tanıdıktı, fazlasıyla...
Ayağını çekip bir dizinin üzerine oturdu. Çenemden tuttu. Yüzünü görmeme ramak kaldı. Soğuk parmakları çenemin üzerinde dans ediyorken heyecanlandım. Bu tanıdık koku kimin olabilirdi?
Gözlerimiz buluştu. Yüzüme kocaman bir gülümseme yerleşti. Görüşmeyeli uzun zaman oluyordu. "Bay Kwon." Okul müdürü... Lakin burada ne işi vardı?
"Jimin." Benim gibi gülümsedi fakat bir fark vardı. Hiç samimi değildi. Tüm vücuduma yayılan endişeyle titredim. Tüylerim diken diken oldu. "Hadi gel." Elimi tutup sanki fazlasıyla narinmişim gibi yerden kaldırdı. Tereddüt ederek takip ettim. Başka odaya açılan kapıyı açtı, kapıyı da ardımızdan kilitledi. Panik yaprak kapının kulpunu çekiştirdim.
"Ne yapıyorsunuz Bay Kwon?"
"Birisi gelmesin, rahat konuşalım diye kilitledim Jimin. Bana güvenmiyor musun?" Artık babama bile güvenmem bu saatten sonra. Odanın duvarları Bay Kwon'un fotoğraflarıyla doluydu. Askerlik fotoğraflarıyla.
"Asker miydiniz?" Kapıyı bırakıp büyük fotoğrafın yanına gittim. "Müdür olduğunuzu sanıyo-" Burnumun dibine geçti, nefesimi tuttum. Bu hareketleri hayra alamet değildi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Soldier'Jikook
FanfictionTamamlandı ✔️ -1910- "Gülün." Dedi onca farklı kelime varken. "Gülün lütfen, öndeki yamuk dişiniz öyle çok hoşuma gidiyor ki Bay Park." Son cümlesini yüzüme doğru fısıldadı. Ve devam etti beni bugün gömmeye niyeti varmış gibi. "Sizi yamuk dişinizden...