8. BÖLÜM

3.4K 207 871
                                    

10.07.2022


8. BÖLÜM

Akrep ve yelkovan amansız bir yarışa girmiş günleri, haftaları ardında bırakarak yarışmaya devam ediyorlardı. Kazananı olmayan yarışın etkisiz elemanıyken annem Kayseri'ye gideli kaç gün olmuştu hatırlamıyordum. Günler birbirinin ardından hızla ilerlemiş, takvim yaprakları bir bir koparak ayrılmıştı üç yüz altmış beşten.

Sonbaharı ardımızda bırakıp adım adım kışa ilerlerken, havalar soğumuştu.

"Otobüsün yarın mı?"

Zeynep'in sorusuyla daldığım düşüncelerden sıyrılırken kafamı salladım. "Evet, yarın."

"Güneş teyzeyi çok özledim, selam söyle ve benim yerime de onu kocaman öp."

Gülümserken, "O da çok özlemiş, neredeyse her konuştuğumuzda seni soruyor. Öperim tabii," dedim.

"Işık Hanım!" diye seslenen sesle gözlerimi devirmeden edemezken Zeynep'in çirkin kahkahası kulağımı doldurdu.

"Seninki yine iş başında."

"N'olur sen ilgilensen, söz ne istersen yaparım," dedim yalvarırken. Karan son zamanlar neredeyse her gün kafeye geliyor, geç saatlere kadar laptopuyla ilgileniyordu. Her gelişinde özellikle benim onunla ilgilenmemi istiyor, kimi zaman oldukça kibarken; çoğu zaman sabrımın sınırlarını zorluyordu.

"Aranıza giremem Işık Hanım. Hem gitsem ne olacak, adam özellikle seni istiyor her seferinde."

Işık kelimesinin üzerine baskı yapması dikkatimden kaçmazken duymazdan geldim. Neredeyse ikinci adım olmuştu. Karan'ın ısrarla Işık diye seslenmesi herkesin diline dolanmasına sebep olmuştu. Zeynep'in söylediklerinde haklı olduğunu bildiğimden istemeye istemeye ayaklarımı sürükleyerek Karan'ın olduğu masaya doğru ilerledim.

"Buyurun Karan Bey."

"Sade kahve alabilir miyim?"

"Tabii ki," derken bakışlarım yorgun yüzünde dolandı. Uzun zamandır uyumuyor gibi görünüyordu. Gözaltlarında koyu renkli halkalar oluşmuş, gözleri küçülmüştü sanki. Laptoptaki bakışlarını bana çevirdiğinde gözlerimi kaçırarak masadan uzaklaştım. Bakışlarını sırtımda hissetsem de dönüp bakmadım.

Bakışlarım kolumdaki bilekliğe takıldığında yüzümde minik bir tebessüm oluşmuştu. Ortasında güneş iki yanında ay olan bilekliğim tüm zarafetiyle parlarken zihnimde, 'Gündüzün öz, gecenin üvey kızına.' kelimeleri yankılandı. Bileklik bu sözün somut haliydi sanki. Kelimelerin nesneye aktarımıydı. Hala Gölge'nin kim olduğunu öğrenememiştim. Kapımın önüne konulan siyah kutularla aramda farklı bir bağ oluşurken, her gün evin önünde yenisi görme umuduyla koşa koşa gidiyordum eve. Belirli aralıklarla kapımın önüne konulan kutunun içinde çeşitli kitaplar, filmler, çikolatalar, bolca da şiir vardı.

Gölge'ye karşı içimde isimlendiremediğim duygular filizleniyorken kocaman bir soru işaretinin ardına gizlenen varlığını merak ediyordum. Ona alışan bir yanım vardı ve kim olduğunu bilmemek o yanımı hiç korkutmasa da beni korkutuyordu. Kutular dışında taciz sayılabilecek hiçbir hamlede bulunmaması içimi rahatlatsa da, şüphe her zaman başköşedeki yerine oturarak kınayan gözlerle bana bakıyordu. Korkmuyordum ama aynı zamanda da korkuyordum. Üşürken yanmak gibiydi.

"Kahve hazır!" Fatma ablanın sesiyle kendime gelirken gülümseyerek kahvenin olduğu bardağı tepsiye yerleştirerek Karan'ın masasına ilerleyip bardağı laptopun hemen çaprazına bıraktım.

"Afiyet olsun."

Masadan uzaklaşacağım sırada, "Güzel bileklik," dedi. Bakışları bileğimdeki bileklikteydi.

GÖLGEHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin