Genco Arı- Ağlatan Qafe
16. BÖLÜM
"Neden? Bana bir şey söyle artık!" Kızarmış mavi gözlerini halıdan ayırmadı. Elleriyle yüzünü kapattı ve bir süre öyle kaldı. "Sorma, Eda. Lütfen sorma." Güldüm. "Sorma mı? Hayatımı bir yalan üzerine kurdunuz ve bunun sebebini sorma hakkını da benden alıyor musunuz? Kusura bakmayın ama daha çok beklersiniz!" Dedim ve ayağa kalktım. Evden çıkıp gitmek üzereyken bağırdı;
"Çünkü Karaslan'lar seni sattı! Baban, Oğuz Karaslan, seni sattı!"
Yankılanarak eko yapan annemin sesiyle irkilerek uyandım.
Günlerdir tekrar eden kabuslar seli içerisinde boğulmamak için deli gibi kulaç atıyordum. Kendi içimde tüm doğal afetleri aynı anda yaşıyordum sanki. Kalbim yanıyordu, zihnimdeki her bir gerçek sarsılarak yıkılıyordu ve harabeye dönüyordu. Tüm gerçeklerim artık bir harabeydi. Şimdi ise asıllarını dikme sırası bendeydi.
Kendime sözümdü.
Beni yıkacağını düşünecek olan herkese gücümü misliyle hissettirecektim. Görmek yetmezdi, hissedeceklerdi.
Son bir kaç gündür kendi kabuğuma çekilmiştim, iş dışında kimseyle konuşmuyordum. Araf ve dayım bir kaç kere denese de karşılık bulamamışlardı. Onlar da ben kendimi kabuğumdan çıkarana kadar şu an yaşadığım duruma uyum sağlamayı tercih etmişti.
Çalışanlar, dayım ve Araf sayesinde işi çözmüştüm. Fakat bu yeterli değildi, tecrübe şarttı. Onu da zamanla edinecektim.
Üniversiteye dönem ortasında giriş olmadığı için özel dersle birinci dönem konularını halletmeye çalışıyordum, ki ikinci dönem direkt rahatça başlayabileyim. Hiç üniversiteye başlamamış birisi olarak direkt ikinci dönemden başlamak bana da saçma geliyordu ama sorgulamıyordum. Kendime sorgulamayı yasaklamıştım. Sorguladıkça içinden çıkamıyordum. Akışına bıraktıkça kendisi geliyordu zaten, bunu deneyimlemiştim yaklaşık bir haftada.
Siyah, boğazlı bir triko giymiştim ve belime kalın bir kemer takmıştım. Trikonun ucunda yanlarında uzun yırtmaçları vardı. Altıma da deri bir kırmızı pantolon ve siyah, platform topuklu bootie giymiştim. Saçlarımı tepeden at kuyruğu yapıp sıkıca bağlamıştım.
Trikonun kollarını sıvamıştım, resmen işim başımdan aşkın moduna girmiştim. Takı olarak ince uzun sallanan küpe, saat ve sade bileklikler takmıştım.
Arkamdaki yazıcıdan çıkarttığım kağıtları düzenleyip delgeçle deldikten sonra boş bir dosyaya yerleştirdim. Dosyayı elime alıp ayağa kalktım ve odamdan çıkıp hemen sol çapraz hizadaki Araf'ın odasına ilerledim. Koridor yine çok sessizdi ve buna artık alışmıştım.
Kapıyı çalıp içeri girdiğimde kafasını kaldırıp bana baktı. Soğuk bakışları, beni gördüğünde bir anlık beklentiyle parladı. Normale dönmemi bekliyordu hâlâ.
O biraz zor.
"Dubai'deki ortaklardan Ahmed Bey ile mailleştik. Yarınki toplantıya gelemeyeceklerini söyledi. Ayrıca ortalık yaptığımız bir diğer yerli mobilya şirketiyle görüştüm, bir anlaşma ayarladık. Dayıma screenshot'larını gönderdim ama inatla senin imzalamanı istedi." Dosyayı önüne bıraktım. "Elimizde somut bir şekilde yedeği bulunmalıymış. Sana pdf şeklinde mail attım onu da e-imza ile halledersin. Aynısı, farklı bir şey yok." Gözünü ayırmadan beni dinlemesi bir saniyeden sonra rahatsız ettiği için çoğunlukla dosyaya bakmıştım. Bakıyordum ama boş bakıyordum. Bakmak için.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YAĞMURUN NEFESİ : ZUHÛR (I)
Teen FictionFısıltı. Her gece rüyalarımda kulaklarımı çınlatan sonsuz bir fısıltı gibiydi onun sesi. Damarlarımda uçsuz bucaksız süzülerek akan kanı durdurabilecek tek güç gibiydi nefesi. Şah damarımdan. Savcı olma hayaliyle ikinci kez üniversite sınavına hazır...