Uçurumdan attığı kan damlasının ardından atlarken ondan daha ağır gelen bir şeye sahipti. Kar tanesinde, kandan daha ağır bir şey saklıydı. Süzülmedi, çakıldı. Ona bulandı.
Artık o beyazdan eser yok.
O artık Kar tanesi değil, Kan tanesi.
Ludovico Einaudi - Experience
Duncan Laurence - Arcade
17. BÖLÜM
Bazen mümkün olabilecek olan ama imkânsız gelen şeyler olurdu. Bunun en basit örneğini son zamanlarda çok yaşıyordum. Zihninin uyanması, ancak gözlerini açacak gücü bulamamak.
Belki psikolojimle alakalıydı, bilmiyordum.
Araf ile beraber küvetten çıktığımızda ve duşakabine girdiğimizde çıplaklığımdan ve çıplaklığından hiç utanmıyordum. Çıplak bir bedenden utanan bir insan olmamıştım hiçbir zaman. Mantıksız gelirdi. Bu dünyaya gelişimiz ve gidişimiz bile çıplak olacaksa utanmanın anlamı neydi? Yüzün de açıktı, kolların da, hatta bazen bacakların da. O zaman neden utanmıyordun? O da senin bir uzvun, o da senin vücudun?
Geniş duş başlığının altında durduğumuzda kolunu belime sarmış, kendisine çekmişti. Yanağını yanağıma yaslayarak burnunu ıslak saçlarıma gömmüştü. Sakalı yüzümü tahriş etse de umurumda değildi. Her bir bölgesini hissediyordum ama bu bana pek de bir şey hissettirmiyordu. Evet, tahrik hissedebiliyordum ama yoğun değildi.
Ben etkilenmezdim. Etkilenmesini sağlardım.
En azından kolay etkilenmezdim.
Duştan çıktığımızda resmen onu ekerek odama girip kapıyı kapattım. Bazen fazla anlam yüklememek gerekirdi.
Üzerime sardığım havluyu çıkarıp vücudumu kuruladıktan sonra iç çamaşırlarını giydim. Şortlu eşofman takımlarından birinin gri şortunu çalıp giydim ve üstüme kırmızı, bol bir sweatshirt geçirdim. Ayaklarıma da dizimin altında bitecek uzun ve kalın bir düz kırmızı çorap giydim. Saçlarımı fön makinesiyle kurutup at kuyruğu yaptım.
Baş ucundaki komodinin üzerinde duran telefonumu alıp yatağıma oturdum. İnterneti açtım ve günlerdir aklımda dolanan bir şeyi araştırmaya başladım. Dakikalar sonra bulduğumda ismini ve özelliklerini not alıp kapattım. Yataktan inerek odadan çıktım. Araf'ın salonda oturmuş, gri laptopundan bir şeylere odaklandığını gördüm. Zaten onu arıyordum.
"Cemal ya da başka bir siyah maskenin numarası var mı sende?" Şaşkınlıkla kaşları çatıldı. "Ne? Siyah maskeyi ne yapacaksın?" Dik dik bakıp göz devirdim. "İşim var?" Dedim imayla. Çok üstünde durmadan Cemal'in numarasını verdiğinde memnuniyetle odama geri döndüm. Sırtımdaki dikkatli bakışlarını hissedebiliyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YAĞMURUN NEFESİ : ZUHÛR (I)
Teen FictionFısıltı. Her gece rüyalarımda kulaklarımı çınlatan sonsuz bir fısıltı gibiydi onun sesi. Damarlarımda uçsuz bucaksız süzülerek akan kanı durdurabilecek tek güç gibiydi nefesi. Şah damarımdan. Savcı olma hayaliyle ikinci kez üniversite sınavına hazır...