❁8❁

36 15 9
                                    

O sabah Prens'e her sabah çöpü çıkarırken havlayan ve beni her seferinde ürküten iki köpekten bahsediyordum. Kocaman olsalarda pofuduk ve oldukça şirinlerdi. Belki de uykulu olduğum için ürküyordum. Ama yine de komşularımın sahiplendiği bu köpeklerin sürekli aç olması da alışılmış şey değildi. İnanabiliyor musun, sabahları onlara verdiğim koca bir yığın ekmek artığını yemeleri saniyeler sürüyordu.

"Bayan Kazanova terasta çok güzel güvercinler besliyor. Bazen aralarında kumruların da olduğunu söylüyor ama ben bir türlü ayrıt edemiyorum. Ama mühim değil. Tüm kuşlar güzel ve eşsiz değil midir zaten. Onları ara sıra beslediğim oluyor. Çok güzel süzülüyorlar gökte." Kocaman gülümsedi Prens göğü işaret ederek. Bu gün masmaviydi.
"Pamuk gibi." Dedim bulutları işaret ederek.
"Akşam olunca da pamuk şeker gibi." Diyerek gülümsedi Prens. Tramvay uzaklaşırken aynı tempoda yürümeye devam ettik.

"Kasabamda güzel tarlalar vardı. En aşağıdakinde taze yoncalar yetiştirilirdi. Yukarda da çeşit çeşit yemişlerin olduğu bahçeler ve salkım salkım yeşil üzümün kaynadığı bağlar. Ortadaki yokuşta arabalar için yapılmış işlek bir yol geçerdi. Ne zaman atlar koşuştursun ortalık toz duman olur, atların gerisinde sürüklenen süslü arabalar sarsıla sarsıla salınadururdu.
Büyük ormanın karşısında küçük bir üzüm bahçemiz vardı. Sıcak bir yaz sabahı orada doyasıya yediğim üzümlerin bir kısmı hâlâ ağzımı doldururken son birkaç tane üzümü de ağzıma atıp eve doğru yürümeye koyuldum. Dediğim gibi yol yokuşa yapılmıştı. Kenarları tel örgüyle çevriliydi. Keskin bir virajı vardı. Oraya devrilen arabaların haddi hesabı yoktu. Ölü atların leş kokusu tüm kasabayı sarardı. Kasabanın huysuz sakinleri bu kokudan şikayet eder sahibiyle kavgaya girişirdi. O atların nasıl can çekiştiğini düşündükçe çocuk aklımla ağlar dururdum. O zamanlar bizim civarda büyük şehirlerde olduğu gibi arabalar olmazdı. Atlı arabalar olurdu.
Bahçeye sabahları erkenden giderdim. Güneş yükseldikçe hava boğucu bir hal alırdı. İşte o zaman kalan yolu koşardım. Böylelikle güneş yükselmeden eve varabilirdim. Ama o gün yolun üzerinde bir şey gördüm, ufak bir şey. Daha da yaklaştığımda onun, yerde son gücüyle kanat çırpan küçük bir serçe olduğunu gördüm. Onu avuçlarıma aldığımda hala kanat çırpıyordu. Sıcacıktı, minik kalp atışları elimi okşuyor gibiydi. Gagasını açıp duruyordu. Susamış olabileceğini düşündüm. Kim bilir yuvası büyük ormandaki hangi ağaçtaydı? Belki yavruları aç karınlarıyla onu bekliyordu.

Biliyor musunuz Prens, o an çocuk kalbime öyle sevgi dolu bir yardım isteği doldu ki, onun minik kalbinin atmaya devam etmesi için her şeyi yapabilirdim.
Koşmaya başladığımda ara ara avcumdaki miniğin yarı açık gözlerine yaşlı gözlerimle bakıyordum. Sımsıcak olan tüyleri yavaş yavaş soğuyordu. Dudaklarım titriyor, dizlerimin bağı çözülüyordu sanki. Sabaha uyanan kasabanın gürültüsü kulaklarımı dolduruyordu.
Eve vardığımda annem yeni uyanmış, kapıda elleri belinde beni bekliyordu. Normalde olsa "Sabah sabah üzüm yemek karnını acıtmıyor mu? Senin için endişeleniyorum." Derdi. Ama ağlamaktan kızaran gözlerimi görmüş olmalı ki hemen yanıma diz çöküp parmaklarıyla yaşlarımı silmeye koyuldu. Ona titreyen ellerimdeki minik serçeyi gösterdim. Ardı sıra hıçkırdım istemeyerek. Annem ellerimdeki kaskatı kesilmiş serçeyi eline aldı.

Yüreğim nasıl bir acıyla sızladı bilemezsiniz. Öyle çok ağladım ki...
Belki size basit geliyordur. Ama bu beni derinden etkileyen bir olay olmuştur."

"Bazen sizin değer verdiğiniz şeyler başkaları için birer hiç olabilir. Ama asıl önemli olan da bu değil midir?
O sizin, size ait bir anıdır. Farklı ve değerlidir. Onu size özgü yapan budur. Bu yeterince güzel değil mi, Papatya?" Hafifçe gülümsedi Prens.
Genç bayan ve beyefendi kol kola önümüzden geçerken Prens şemsiyeye bakıp gülümsedi.


Prens ÖlürseHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin