❁20❁

58 12 9
                                    

"Sonra, su çağlayan olup akıyor. Beyaz çiçeklerle dolu badem ağaçlarının ince dalları arasından mavilik seyrediyor, bulutlar silikleşip uzaklarda yitiveriyor. Çimler ayaklarımızı gıdıklıyor. Evet. Orada, uzakta rengarenk çiçekler parlıyor. Güneş ise hiç olmadığı kadar göz alıcı. Uzaktaki tepelerin üzerindeki sürülmüş tarlaların toprağı kabarık. Kimisi taze, henüz hasat mevsimine çok var. Rüzgar esince taptaze, yeşil bir denizi andırıyor orası."

Prens gözlerini dalgın bir gülümsemeyle araladı. Ne kadar da parlaktı gözbebekleri... sırtını banktan ayırıp ellerini kucağında kavuşturdu. Rüzgar gülümseyen yüzünü okşamak için vardı, güneş ise gözlerini daha da parlak kılmak için. "Öyle güzel ki bu, Papatya...oradaymış gibi hissettim biliyor musunuz?"dedi heyecanla, kocaman gülümseyerek. Ben de gülümsedim. Bugün hava epey güzeldi. Tıpkı kasabamdaki munis ilkyaz günleri gibi. Bir sonbahar gününü anımsatmıyordu bile. Otoño parkının kıyı kenarlarında büyük ırmağa bakan ahşap banklar dizilidir. Çimlerin arasında sedirler, etraflarında çiçekler ve taşlı yolların kenarları boyu yemiş ve kavak ağaçları vardır.  En ortasında yüzlerce yıllık olduğu söylenen devasa bir söğüt ağacı vardır. Iva parkına ismini veren de bu ağaçtır. 

O günün, o güzel güneşli günün Prens ile geçen en huzurlu günüm olduğunu söyleyebilirim. Parkta sessizce ama yüzlerimizde memnun gülümsemelerle oturduğumuz o bir kaç saat paha biçilmezdi. Ağaçtan uzun duvarları olan beyaz yoldaki yürüyüşümüz keyif vericiydi. Sabah saatlerinin dinginliğine eşlik eden adımlarımızın huzurlu yankıları aklımda. Hala dün gibi. Sonra mı? Bunu ben de anımsamıyorum. Son saatlerdi sonuçta. Bunun son olduğunu bilsem o kadar rahat ve refah içinde olabilir miydim? Hiç mi fark etmedim? Yanı başımdaki gülümsemesinin sahte olduğunu anlayamadım. O son saatler Iva'nın da yükseğindeki çam tepesine gitmek istediğini söyledi. O tepeden şehir son kıvrımlarına değin gözler önüne serilirdi. İğne yapraklıların gölgesinde, şehre inen gün batımı sahnesi ne de güzel görünürdü... Onun da tatil günümüzün şu son saatlerinde gün batımını en güzel yerden seyretmek istediğini düşünüp şehre uzak olsada tepeye gitmeyi kabul ettim. Pembe gökyüzü altında parlayan şehre olan hüzün ve heyecanla karışık bakışlarını görmeliydin. O tuhaf halleri beni endişelendirmedi değil ama kim bilebilir sonradan aklıma geldiğinde beni dehşete düşürebileceğini? "Bana söz verin Papatya, bahar gelince gece treniyle kasbanıza gideceğiz!" demişti. "Anlattığınız tüm yerleri karış karış gezeceğiz." Daha onun yıllardır almak için para biriktirdiği o binayı beraber boyayacaktık. Bana eğer istersem orada, kendi iş yerinde benim için de bir masa ayırabileceğini bile söylemişti. Daha kış gelmedi. Kar yağınca parkta kar taneleri üstümüzde süzülürken yürüyecektik. İlkbahar en sevdiğiydi, daha bize uğramadan gitmesi mi gerekti? Prens gittikten sadece bir kaç hafta sonra kar yağdı. Sessizce.

İlk saatler tramvay gezintisi esnasında geçtiğimiz her sokağı ilk defa görüyormuş gibi inceledi. Yine o sokağa gittik. Kaldırımda duraksayıp yolun karşısındaki eski binaya baktı. Hani şu satın alıp düzelteceği, kendi iş yeri yapacağı bina. Ona miktarı denkleştirmesine çok kalmış mı, diye sordum. Başını iki yana sallayıp dalgınca bakmayı sürdürdü. Bir süre sonra da düşüncelerinden çekilip çıkarılmış gibi irkilerek koluma girip yürümeye devam etti. Ona baktığımda burukça gülümsedi ama gözlerinin dolduğuna yemin edebilirim. 

Geçen hafta o üniversite öğrencisinin Prens ile olan kavgasından beri böyle tuhaftı ama bu halinin o kavgayla alakası olduğuna inanmıyorum çünkü kavgadan önce de bu tarz tuhaflıklarına tanık olmuştum. Bu olay sadece bir şeyleri tetiklemişti. Bunu sormakta haklısın, kavganın sebebini ben de çok merak etmiştim.  O üniversiteli genç, Prens'in bir tanıdığı değildi. Zaten kim olduğu da pek mühim değil. Şimdi hala öyle midir pek bilmiyorum ama o zamanlar yönetime karşı gelmenin büyük cezaları vardı. Annem o genç bir kız iken bu tür vakalarda mahkuma mahkeme hakkı tanınmadan meydanın ortasında darağcına asıldığını bile söylüyordu. Halkın tabiri ile "eğer aklını kaçırıp idarecilere isyan ettiysen bittin!" öyleydi de. Halk ne kadar haklı olursa olsun isyankar tutumları yönetici kesimin hoşuna gitmez ve haklarını arayan isyancıların her biri hayatları boyunca suçlu damgasıyla dolaşır, işverenler böyle sicili olana iş vermekten kaçınırdı çünkü kendisine zararı olacağını bilirdi. Bu yüzden Otoño'da halk ikiye ayrılır; yönetici taraftarı halk ve yöneticilere karşı ne kadar kin besleselerde suçlu damgasıyla gezmemek, yaşamlarını sürdürmek için isyankarlıklarını bastıran halk. Yöneticileri destekleyen sınıf soylu ve geçinme derdi olmayanlardır. Bu yüzden tüm adaletsizlikleri kalkık burunlarıyla gezinirlerken görmezden gelirler. Olur da adaletsizlik karşıtı birileri çıkıp isyan etsin, işte o zaman başına gelmeyen kalmaz.

Prens ÖlürseHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin