❁18❁

33 12 3
                                    

Hızlıca geçen bir kaç kişi ivedi olmayan adımlarımın önüne geçip tramvayda koltuk bulmak için hemen aracın içine süzüldü. Prens ile aramızdan hızlıca geçen insanların üzerinden bakışlarımız kesiştiğinde yüzünde memnuniyetsiz bir ifade vardı. Sonunda yolcuların telaşlı yer edinme seremonisi bittiğinde Prens'in eli, havadaki elimi hafifçe kavradı. Arkasına götürdüğü öbür eliyle kapıyı işaret edip gülümsedi.

"Teşekkür ederim bay Prens." pencerenin yakınındaki demir tutacakları  kavrarken bana gülümseyerek karşılık verip cebinden çıkardığı ufak kitabı kaşlarını ciddiyetle çatıp okumaya koyuldu. Dışarıda hava epey serindi, kimi gölgelik yerlerde kendini gösteren çiğ, yakında gelecek olan sert kışın habercisiydi. Rüzgar çok hafif esiyor ama yine de Otoño caddeleri burnu kızarık insanlarla dolu oluyordu. Bazıları bu soğuk havanın şehri çevreleyen yüksek, beyaz karlarla kaplı dağlardan estiğini söylüyordu. Kış yaklaşıyordu "İlk kar tanelerini sabırsızlıkla bekliyorum," diyordu Prens. "Küçük çiçekler gibi düşecekler yüzlerimize." 

Ayaklarımız soğuk kaldırım taşlarında tok sesler yükselterek ilerledi. Kimi yerleri henüz ıslak, titrer gibiydi. Önce duraksadım onun da durmasını sağladım. Bana merakla bakarken çantamı karıştırmayı sürdürdüm."Bir dakika lütfen," iki elimle tuttuğum kese kağıdını ona uzattım gülümseyerek."işte!"Bir süre anlamsız bakışlarla baktı minik hediyeme. Yüzünde ufak çaplı bir şaşkınlık, belki de hayret edişin ifadesi vardı. Gözleri avuçlarımdaki hediyedeydi, gözlerinde belli belirsiz bir parıltı geziniyordu, hüzünden uzaktı. Ellerini çekinerek uzatıp düşünceli gözlerini eline aldığı pakete yöneltti. Parmaklarıyla acemice sardığım ağzını kavrayıp açmak için izin ister gibi kısa bir süre çocuksu bakışlarını bana yönelttiğinde başımı hızlıca sallayıp onu onayladım. Paketi açıp içindeki fırından bu sabah çıkan kurebiyelerimi gördüğünde ifadesi değişmedi çünkü ona bir hediye verilmesi bile daha içinde ne olduğunu bilmeden onu mutlu etmeye yetmişti. "Tarçınlı ve cevizli kurabiyeler, onları tatlı bir kahveyle afiyetle yiyebilirsiniz." dedim gülümseyerek. "Çok teşekkür ederim size sevgili Papatya, çok düşüncelisiniz." dedi Prens kocaman gülümseyerek. O gülümsedikçe gözleri kısıldı, çokça parladı. Yürümeye devam ederken yanımızdan geçip giden beyaz, papatyalı şemsiyeye gülümsedi. Yol boyu aklına yeni bir şey gelmiş gibi "Ah, hediyeniz için tekrar teşekkür ederim." diyor, yüzüme bakıp gözleri kısılana dek gülümsüyordu. 

Bunu sana söylememiştim değil mi? Bayan Kazanova ile beraber Prens'in dairesine gidip eşyalarını topladığımız gün, zaten fazla eşyası yoktu, orada  pencerenin önünde güvercinler için ufaladığı tarçınlı kurabiyeleri gördüm. Bayan Kazanova'nın onun için getirdiği kurabiyeleri çok sevdiği yalandı, sadece cevizli olanları yemişti. Hayır, kendimi kandırılmış hissetmiyorum.  Onun hakkında daha çok şey bilmek isterdim sadece. Yemek yerken, dışarıda gezerken, tiyatroya giderken Prens bu yemeği severdi, böyle havaları severdi, bu oyunun en sevdiği sahnesi şuydu diyip gulümseyebileceğim hatıralar olsun isterdim. Onun hakkında bir şey bilmiyorum. İsmini bile.

Prens. Öyküler yazmayı, kitap okumayı çok sever. Çiçekleri koparmayı sevmez, dallarındayken yanlarına oturur, yüzünü yaprakları ile buluşturup hissederek seyretmeyi sever. Her pazar büyük meydan tiyatrosuna gider. Kahvesini neredeyse bir fincan dolusu şekerle içer, acı tadı olan şeylerden hoşlanmaz. Bay mutlunun kafesine gittiğimiz bir gün kahvesine masada duran şekerlikten beş kaşık dolusu şeker koyduğunu hatırlıyorum. Ben kahveyi yada  çayı koyu seviyorum, ağır bir tadı olmalı. Prens, kahvesini yudumlarken kahveme hiç şeker koyamadığımı görünce fincanı hala dudaklarındayken gözlerini kocaman açıp bana dikti. "Ah, Papatya onu nasıl içebiliyorsunuz? Zehir gibi bir tadı var."dedi komik durduğundan habersiz ifadesiyle. "Ama siz de fazla şeker koymuyor musunuz, Prens?" dedim yüzünün aldığı hâle gülümseyerek. Omuz silkti, "Bence çok tatlı." yüzüne yine dişlerinin tamamını gösterdiği kocaman gülümsemesini yerleştirdi. Elimle ağzımı kapatarak kıkırdamaya başladığımda gülümsemesinin yerini meraklı bakışları aldı. "Neden gülüyorsunuz, Papatya?" elimi hafifçe kaldırıp yüzünü işaret ettim. Kıkırdamalarım ufak kahkahalara dönüşürken omuzlarım sarsılmaya başladı. "Dudağınınızın üstünde köpük var, bay Prens. Bu çok komik!" kaşlarını aynı komik ifadesiyle çatıp elini dudağına götürdü, peçeteye silip yine kocaman gülümsedi.

Ah, üzgünüm daldım sanırım. Bak aklıma ne geldi, beş altı sene önceydi yanılmıyorsam. O dönem Otoño'da değildim. Yine şu aşırı sıcakların olduğu yaz günleriydi.  Ne için gitmiştim anımsamyamıyorum, konsolosluğun bahçesinde bir bankta oturuyordum. Yanımda onsekiz ila yirmi yaşlarında Otoño'lu bir genç oturuyordu. Üzerinde düzgün takımı olmasına karşın özensiz saçları ve bir kaç gündür tıraş olmadığını belli eden çenesi ona dağınık bir görünüm veriyordu. Şapkası dahi yan düşmüş, düşünceli yüzünü duldasına almıştı. Bir kaç dakikalık konuşmamızın ardından aynı yerden geldiğimiz ortaya çıkınca ilk gördüğümde güvensiz bulduğum çocuğa karşı yakınlık hissettim. Sonuçta ikimizde yabancı bir şehirde yalnızdık.  O da aynı şeyleri hissetmiş olacak ki konuşmaya başladığımızdaki çekingenligininden kurtulmuştu.  

"Ah, bayan tanrının oralarda bir yerlerde olduğuna ihtimal vermiyorum, inanıyor musunuz?" dedi bitkin ifadesiyle. Ona kaşlarım hafifçe çatılmış şekilde baktım. Sadece ne oldu da böyle düşünebiliyor, dedim kendi kendime. "Hayır, hayır. Yanlış düşünüyorsunuz. " dedim. Bana öyle bir ifade ile baktı ki 'söyle o halde' der gibiydi. "İnanıyorum, gökyüzünde beni gören ve her daim işiten bir tanrı olduğuna inanıyorum. Azim ve iyimserlik taraftarı olduğum müddetçe beni refaha kavuşturacağına da inanıyorum. " 

Gözlerine boca edilmiş o hayal kırıklığını görmeliydin. Öyle keskindi ki belki o kırıklıkların uzaklarda yitip gitmiş parıltısınının sertliğiydi bu. Yarım saatlik tanışıklığımızın son dakikaları böylesine derin bir sessizlikle geçti. Sözlerimin üstüne yeni bir şeyleri ilave etmedim, o da konuşmadı. Kucağında birleştirdiği ellerinin gevşekliği, önüne eğdiği yüzünün burukluğu, dahası etrafında kendine yer bulamayan buğulu gözleri nasıl hissettiğini saklayamıyordu. Düşüncelerine katılmıyordum, benim inancım vardı. Ama oturupta zerre ilgi duymadığı bir şeyi ona kabul ettirmekte diretemezdim. Yanımdan cansız bir gülümsemeyle selam verip uzaklaşmadan önce memnun olduğunu, eğer Otoño'da karşılaşırsak buna mutlu olacağını da belirtti. İlerdeki ağaçlık yolda gönülsüz adımları uzaklaşarak kayboldu. O an için Prensin yalnız olmadığını düşündüm.

Prens ÖlürseHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin