♪Tanrım bize, gençliğin gençlikle harcanmasının nedenini söyle
Havadaki kasvet, o ağır, gri bulutlar üstüme geliyor gibi. Gittikçe ağırlaşıyor, tüm kirini üzerime boca ediyor sanki. Bugün tuhaf hissediyorum, Prensin de etkisi var. Hava da kapalı, sıkışıklık hissi veriyor. Saat dokuza gelmişti, güneş görünürde yoktu. Prens ile köprüde buluşmak için anlaşmıştık. Pazar günüydü. Köprünün eski, taştan zeminine bastığım an yüzümü yıkayan rüzgar cezbediciydi, kenarlara örülmüş duvarın üzerinden eğilip baktığımda ırmak bu kızgın havaya karşın ığıl ığıl akıyordu. Prens biraz ilerde durmuş, uzayıp giden ırmağı seyrediyordu. Bugün havanın böyle kapalı olması büyük şanssızlıktı, bir hafta öncesinden bilet aldığımız açık hava tiyatrosuna gitme planımızı ertelememiz gerekecekti. Prens oldukça bitkin gözüküyordu, keyifsizdi. Köprüden dizili kavakların eşlik ettiği beyaz yola kadar sessizce yürümeyi sürdürdü. Ağaç gövdelerinin etrafını saran güz çiçekleri bile neşelendirmemişti onu. "Nasıl hissediyorsunuz?" dedim. Parmaklarını şapkasının siperliğinde gezdirerek ufka baktı; yüzünde ufak bir tebessümle tekrar bana döndü " İyi."
Ne diyeceğimi bilemiyorum. Bir sohbeti nasıl başlatabilirim ki? Sessizce durup onun konuşmasını beklemek en doğrusu. Eğer kötü ise içinde tutamayıp anlatmayı isteyecektir. Ama bir hayli süre geçti üzerinden. Koyu renkli bulutlardan görünmeyen güneş bile batmak üzeredir. Tek kelime etmedi, etmedim. İçimde belirsiz bir huzursuzluk vardı. Akşam üstü yaklaşırken bay mutluya gitmeyi teklif ettim. Kafeye giderken geçtiğimiz kaldırımda tabelasız bir dükkanı görünce duraksadı. Bir süre düşünceli bir ifade ile dükkana baktı. "Papatya, isterseniz siz bay mutluya gidip sipariş verin. Bir telgraf çekip hemen geleceğim, tamam mı?" onun aceleci ve endişeli tutumuna bir anlam veremeyerek onu onaylayıp kafeye yöneldim. Sadece ciddi bir şey olmamasını umuyordum. Epeyce bekledim ama dönmedi. Benden önce gelen masalar bile boşalmıştı. Bir telgraf bu kadar uzayamazdı. Camdan yolun görebildiğim kısmına başımı hafifçe kaldırarak baktım, görünürde kimse yoktu. Duvardaki saat işlemeye devam ediyordu. Daha fazla duramadım. İçimdeki tedirgin his buna engel oluyor, endişelenmeme sebep oluyordu. Daha kafeden henüz çıkmıştım ki yağmur hafiften atıştırmaya başlamıştı. Elimi yüzüme siper edip hızlı adımlarla kaldırımda aceleyle koşuşturan insanların arasından süzüldüm. Omuzlarım ve sırtım şimdiden ıslanmıştı. Islak kaldırımın bitimindeki köşeyi döndüm. Prens, ıslak betonun üzerinde öylece oturuyordu. Fazla uzaktaydım. Yağmur da şiddetleniyordu. Yüzündeki kan mıydı yoksa! Saçı başı dağınık başka bir genç yerde nefes nefese oturan Prens'in yakasını kavradı. Hiddetle açtığı ağzından, durduğum mesafeden işitilmeyen sözler fışkırıyordu. Yağmurdan dolayı müdahale etmeye bile üşenen insanlar yakındaki binaların saçaklarına sığınmış, olan biteni seyrediyordu. Genç adam, Prens'i tuttuğu yakalarından bir kez daha sarstı. Adımlarımı daha da hızlandırdım. Ayaklarım sertçe yere vurdukça su tanecikleri uçuşuyordu etrafımda.
Prens yüzünü öfkeyle buruşturup ayaklanmak için hamle yaptığında karşısındaki ondan önce davranıp kan içindeki yüzüne sert bir yumruk indirdi. Bu kez acıyla karışık bir inilti yükseldi dudaklarından. Kolunu bitkince kaldırıp elinin tersiyle burnundaki kanı temizlemeye çalıştı. Islak saçlarının örtüğü kaşı patlamıştı, alnından şakağına ürkünç kırmızılıkta kan, ince bir çizgi halinde akıyordu. Gözü dönmüş genç, Prens'in kana bulanmış yüzüne bir yumruk daha indirmek üzereydi ki her tarafından sular damlayan bedenimi önüne atıp titreyen kollarımı onu engellemek adına iki yana açtım. "Yeter!" dedim bağırarak, "Durun lütfen!" Yüzümü ıslatan sıcak yaşlara yağmur karışıyordu. Karşımda duran insanın benden güç yönünden üstün olduğunun farkındayım. Eğer istese beni oracıkta, Prens'e yaptığı gibi yere yığabileceğinin de farkındayım. Hatta deli gibi korkuyorum, dudaklarım titriyor, yağmur gittikçe ağırlaşıyor üzerimizde.
Genç adam havada kalan yumruğunu yavaşça indirdi. Yüzündeki o kendini kaybetmiş, canavarımsı hırs yok olmuştu. Şimdi yüzünde anlamsız bir ifade vardı. Sanki az önce yaptıklarını o yapmamış, kavramaya çalışıyormuş gibiydi. Mahçup bakışlarını ağlamaklı gözlerimden kaçırıp yere eğdi başını. İnsanlar sessizce bizi izlemeyi sürdürüyordu. Bazıları aralarında bir şeyler fısıldaşıyordu. Üzgün gözlerimi kısa bir süre onlara yöneltince Prens'in onların acıyan bakışlarından ne kadar da utanç duyacağını düşündüm. O an orada olan hiç kimseyi umursamak istemedim, ne Prens'in canını acıtan bu genci ne de bu kayıtsız insanları. Yağmur bizi ıslatmata devam ediyordu. Yanına çömelip yüzünü kapatan ıpıslak saçlarını kenara ittim. Ayağa kalkıp omzumdan kayan çantamı düzeltip hafifçe eğilerek ellerimi uzattım gülümseyerek. Bana çekinerek baktı. Buz kesmiş, ıslak elleriyle ellerimi kavradığında yerden kalkmasına yardım ettim. Kavga sırasında bir yerlere uçmuş şapkasını silkeleyip ona uzattım. Islak olsada başına geçirdi. Son bir kez bir kısmı dağılmış insanlara ve artık yaptığından utanç duyan gence bakıp Prens'in koluna girerek oradan uzaklaştım. Çok sonra yağmur giderek seyreldi ve bir süre çiseleyerek en sonunda durdu.
Prens ile yağmurdan korunmak için sığındığımız kamelyada yağmur durduktan sonra da oturmayı sürdürdük. Kamelyanın saçaklarından damlayan su aşağıdaki böğürtlen çalılığına damlıyor, ritmik sesler duyuluyordu.
Üşümemek için boynuma sardığım şalı açıp sırtına örttüm. Dalmış olmalıydı ki başını irkilerek kaldırıp kısa bir bakışın ardından tekrar önüne döndü. Elimle çenesini hafifçe kavrayıp yüzünü bana dönmesini sağladım. Bir süre ne yapmak istediğimi anlamaya çalışır gibi baktı. Ona bir açıklama yapma gereği duymadan yaralarını mendille yumuşak hareketlerle temizlemeye başladım. Dudağında ve kaşında pıhtılaşmış kan izleri vardı. Sağ gözünde de hafif bir morluk vardı. Elimi yanağına yaslayıp baş parmağımla incinmiş elmacık kemiğini okşadım. Sıcacıktı. Gözümden ufak bir yaş yavaşça çeneme doğru süzüldü. Dudaklarını tereddütle aralayıp gözlerini kaçırdı. Bir süre sonra nemli gözlerini gözlerime sabitleyip konuşmadan önce dudaklarını ıslattı. "Sana yalan söyledim, Papatya. Üzgünüm." dedi pürüzlü sesiyle. İçim sıcacık oldu. İlk defa saygı sözcükleri bir kenara itilmişti.
Kurumuş dudaklarının arasında soğuk nefesler seyrediyor, çatallanan sesi buhar olup uçuveriyordu. Gözleri güneşi, yağmuru arıyor bir yerlerde. Havada nemnaklık esintisi, hafif esen rüzgarın hissi bile serinlikten uzak, yapış yapış. Ya güneş oynasın ya da yağmur salınsın gökyüzü sahnesinde, hiç birinin eseri yok. Yalnızca kuraklık geziniyor sessizce. Kirpiklerinde dünün ıslaklığı var, gözlerinde belirsiz bir kuşku kol geziyor, huzursuz. Yara olmuş dudakları hafifçe titredi, belki bir şey söylemek için aralandı, tekrar birbirine kenetlendi.
Nacizane yaşamlarımızın en verimli seneleri gençlik değil midir? Peki, öyleyse onu tatsızlıklarla heba etmenin manası nedir?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Prens Ölürse
General FictionOna kızmıyorum, asla. Prens iyi bir yalancıydı. Başlangıç ↬19 Ocak 2021 Bitiş ↬8 Mart 2021 -𝓞𝓻𝓮𝓷𝓭𝓪