❁9❁

38 15 15
                                    

"Biliyor musunuz Papatya?
Hafta sonu bayan Kazanova'dan iki saksı daha aldım. Birine güzel, beyaz zambaklardan ektim. Henüz çimlenmedi ama olsun. Yine de bakıp bakıp gülümsüyorum. Toprağına biraz ırmağın oradan topladığım kumu serptim. Böylece kış gelince üşümeyecek.

Diğerine mi? Ona da pembe olanından güzel şakayıklar ektim. Minik çiçeklerini görmek için sabırsızlanıyorum. Çiçekçide görmüştüm. Çok güzellerdi. Kokuları olmasa da.
Gerçi şakayıklar ekildiği yıl açmazlar, geç çiçek açarlar. Nisan veya haziran ayında, güzel, güneşli günlerde gösterirler kendilerini. Ama güzelliklerinin bekleyişime değeceğine eminim." Dedi ve benden önce tramvaydan inip, inmeme yardım etmek için elini nazikçe uzattı. Güzel tebessümünü sundu bana.

"Çiçeklerinizi bir gün görebilmeyi çok isterim doğrusu."

Açık kahve gözlerini bulutlu gökyüzünde sakince dolaştırdı. Yüzünde huzurlu bir gülümseme vardı.
"Henüz açmadılar ki. Ama açınca söz ilk size göstereceğim, Papatya."

Göğsündeki cebe iliştirdiği ufak papatyayı çıkartıp bana uzattı
"Şimdilik bu güzel papatyayla idâre edin lütfen." Gözleri daracık kalana kadar gülümsedi. Gözleri yine parlakça titriyordu.

Ona neden hep cebinde bir papatya olduğunu sordum. Bana onları koparmaya kıyamadığını kendi söylemişti. Ama her gün bir papatya ile çıkıveriyordu karşıma. Prens demişti ki "Siz de demiştiniz çiçekler sonsuza dek yaşayamaz diye. İşte bu yüzden size armağan ettiğim bu ölü papatyayı dilediğiniz gibi bir kitabın sayfalarında saklayabilirsiniz."

O çiçekleri gerçekten çok seviyordu. Bahçesini nasıl güzelleştirdiklerinden bahsediyordu. Çiçekler hakkında çok şey biliyordu.
O gün evine ilk kez gittiğimde güzelliğinden bahsettiği o çiçeklerin hiç biri yoktu. Bir bahçesi bile yoktu. Sadece diğerlerinden farksız bir apartmandı. Prensin odasına da girdim. Ellerim öyle çok titriyordu ki...

Eski ahşap dolaba dizdiği giysileri, çekmecedeki düzgünce katlanmış bir kaç parça kıyafet ve odadaki az sayıda eşiya. Hepsi onu anımsatıyordu. Onun gibi kokuyordu.
Manzarasının güzelliğini anlattığı penceresinden görünen sadece, komşu apartmanın beyaz duvarıydı. Pencerenin önünde ise bayan Kazanovanın buraya ilk geldiğimde verdiği saksı dışında üç papatya saksısı daha bırakılıydı.

Yüzümü papatyalara yaklaştırdım. Beyaz taç yaprakları yanaklarımı okşuyordu. Yaşlarım ise akmaya hazırdı. Kızaran burnumu çektiğimde papatyaların kokusu dolmuştu burnuma.
Prens gibi güzel papatyaların arkasından seyrettim o beyaz duvarı. Prens orda güzel bir şehrin manzarasını görmüştü. Belki de oradan ırmağın aktığını hayal etmişti. Orada dilediğimce güzel şeyleri gördüm hayal ettikçe. O an kızarık gözlerimden yaşlar akarken başımı kollarıma yaslayıp, papatyalara dedim ki
" bir yalanınız daha ortaya çıktı Prens."

Ve biliyor musun sevgili dostum?
Dün Prensin kitaplarına bakıyordum yine. Eski defterini bir kez daha okdum; güzel şiirlerini, yazılarını, öykülerini ve hatta tramvay yolculuklarında okuduğu minik cep kitaplarını.
Tramvayda okuduğu o kitaplar öykü ya da roman değildi. Roman okumayı evinde sessizce oturabilği zamanlara bırakırdı.
O kitaplarda yazılı olanlar Prens'in bana çiçekler hakkında söylediklerinin aynısıydı.
Prens papatya dışında başka bir çiçek ekmedi. Nergis de, zambak da, şakayık da. Hiç birini gerçekten ekmedi. Ama söyledikleri tamamen yalan sayılmazdı. Ektiğini söylediği her çiçeğin yerine papatyalar ekmişti. Üç saksı papatya; biri yalancı şakayık, biri nergis, biri de zambaktı. Ve bir de en sevdiği bir saksı papatyası. Hepsinin saksısı sarıya boyanmıştı.

Prens ÖlürseHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin