Yağmurdan sonra Otoño, tüm kirinden arınmış gibi tertemiz ve parlaktı. Gökyüzü bile okyanus gibi berraktır. Prens, önünden geçtiğimiz iki katlı pastanenin cam vitrinindeki süslü pastalara elleri ceplerinde, çok hafif eğilerek baktı;
"Bunları nasıl yapıyorlar dersiniz?"
"Oldukça basit. Bir dönem pastanede çalışmışlığım var, sıradan bir keki aromalı kremalarla süsleyip böyle satıyorlar. Sonra da insanlar görünüşe kanıp tomarla para ödüyorlar. Aslında tadı evde yapılanlardan daha güzel değil."
"Yani siz bunlardan yapabiliyor musunuz, Papatya?"dedi Prens oldukça gülünç duran ifadesiyle.
Elimi dudaklarıma götürüp kıkırdadım."Elbette hayır. Orada aşçı olarak çalışmadım ki ama bunlar kadar olmasa da bir şeyler biliyorum." dedim gülümseyerek. Cama dalgınca bakmayı sürdürürken ufak bir tebessüm etti. "Bayan Kazanova bana bazen cevizli ve tarçınlı kurabiyeler getirir, kitabımı okurken bir fincan kahveyle keyifle yerim, tatları öyle güzeldir ki çekinmeden kapısını çalıp daha fazlasını isterdim." dedi gülümseyerek. "Annem de çok güzel kurabiyeler yapar, onları yemeye doyum olmaz." dedim ve gülümsedim. " uzun zaman oldu anne kurabiyesi yemeyeli."
Prens dalgınca yüzüme bakıp burukça gülümsedi. O an için, sadece kısa bir süre için gözlerinden geçip giden o hüzün içimi bir tesseli arzusuyla doldurdu. Ona canımın çektiğini ve yarın her ikimiz için de bolca pişirebileceğimi söyledim. Öyle çok sevindi ki bu düşündüğüm için tekrar sevindim. Yürümeye koyulduğumuzda vitrinine bakarak konuştuğumuz pastane müşterilerinin bize garipçe baktıklarını henüz fark edebildim.
Büyük küçük binaların saçaklarından şehri yıkayıp geçmiş yağmurdan kalan iri damlalar düşüyordu. Ne tuhaftır sevimsiz kabul edilen sonbahar yağmuru Otoño halkına parlak gülümsemeler armağan etmişti. Ya da sadece bugün gözlerime fazla güzel göründüğündendi. Körpe sonbahar günlerinin çocuksu dengesizliği ufka doğru berraklaşarak coşkulu renklere bürünüyordu, sokaklar dingin ve huzurluydu. İçim kasvetinden arınmış, huzursuzluktan bir haber ve derbeder olmayı düşler gibiydi. Bunu çok nadir hissederdim, akışına bırakmayı ve sadece gergin burun deliklerime kadar gelen temiz havayı içime doyasıya çekmeyi...
Yol uzun değildi. Bu güzel günün şerefine sık gitmediğim, belki de hiç bilmediğim sokakları tramvaydan indikten sonra yürüyerek gittiğimiz azıcık yolu Prens sayesinde uzatarak öğrenmiş oldum. Bunlar daha temiz ve ferah sokaklardı, sonbaharın çekiciliği bu özenli yapılar arasında daha sersemleticiydi. Her zamanki kaldırımdan karşıya geçtikten sonra Prens, kaşlarını çatıp yolu anımsamaya çalışır gibi bir kaç kez etrafa bakıp gözlerini yoldan ayırmadan bileğimi kavrayarak yürümeye koyuldu. Onu takip ederken geçtiğimiz yerlere bakmaktan gittiğimiz yere bakmadım bile. Hafif uçuşan rüzgardan ötürü yana kayan şapkasını acemice düzeltip gülümsedi.
"Baksanıza...size göstermek istediğim yer burası!" hafifçe omzuma dokunup yolun öbür tarafındaki yıkık dökük, bahçeli , beyaz binayı parmağıyla işaret etti. Kısa bir süre gözlerini bana yöneltti. "işte!.. yıllardır boş olduğu için kötü durumda ama olsun, sahibiyle konuştum, istediği miktarı tamamlayana kadar kimseye vermeyecek. Öyle sabırsızım ki, Papatya. Siz benim aklımdakini biliyorsunuz. Zaten parayı denkleştirmeme az bir miktar kaldı." dedi heyecanılı parıltısı hiç sönmeyen gözleriyle. Bu harabe yeri tanınmayacak kadar güzelleştireceğinden fazlasıyla emindim.
Bazen iki minik yıldızın ışıldadığı küçük, capcanlı gözlerini hayelimde canlandırmaya çalışırım. Zayıf yüzünü güzelleştiren anlamlı, sevecen bakışlarını, çok değer verdiği kitaplarını kavrayan uzun, kemikli parmaklarını, o zarif parmakların sayfalarda gezinişini, düşüncelerle dolu yüzünü içlerine hapsedişini ve dahası çocuksu bir kaygısızlıkla, akranı olan genç bir kızın elini çekinmeden parmaklarıyla kavrayışını hayal etmeye çalışıyorum. Gözlerimi kapatır, hala yirmilerinde bir genç kızmışım gibi bana gülümseyen gözlerle bakan o çocuğu hayal etmeye çalışırım ama artık o gözlerin yumuşak bakışlarını, güzel ellerinin sıcaklığını hissedemiyorum, eskisi gibi, tam karşımdaymış gibi anımsayamıyorum onu. Gözlerimin dolmasına aldırış etme lütfen. Yavaş yavaş onu unuttuğumu görmek beni hiç olmadığı kadar acıtıyor. Bazen eğer yaşasaydı, eğer şimdi hala gözlerimin içine bakabilseydi yıllara rağmen hala güzel olur muydu, gözleri hala güzel bakar mıydı diye düşünüyorum. Çok fazla değil, daha kırkıma basmadım ama yaşlandım sayılır, hatrımda kalan gülümseyen yüzü gün geçtikçe silikleşiyor, onu tamamen unutmaktan, kalan son kırıntılarının da başı boş avuçlarımdan uçup yitmesinden korkuyorum. Bu beni öylesine tedirgin ediyor ki... Artık eskisi gibi değil sıcak bakışları. Bir düşünsene beraber yürüdüğün, beraber oturduğun, varlığını yanı başında hissettiğin ve hatta elini tuttuğunda damarlarında kaynayan kanın sıcaklığı hissettiğin, sıcak nefesinin yüzünde hissettiğin, göğsünün sakince inip kalktığını gördüğün birinin ansızın tüm saydıklarımı yitirdiğini öğreniyorsun, bu öyle berbat hissettiriyor ki, o artık nefes alamıyor, teni buz gibi, gözleri parlamıyor, gülümsemiyor!..
Bazı zamanlar hayalleriyle coşmuş yüreği ruhuna küçük bir çocuğun masumiyetini serperdi. O içindekileri anlatırkenki körelmişliği, yumuşaklığı, elimi ne yaptığından habersiz tutuşunun ardında en ufak kötü bir düşünce bile gizli değildi. Bana olan kendinden geçmiş, ışıltılı bakışları yalnızca hayalperest yüreğinin eseriydi. Prens ile olan anılarım gençliğimin en değerli ve yüreğimde çokça hatrı olan anılarımıdır benim için. Kimi zaman o günlerin güzelliğini düşünürken büyülenmiş gibi olurum. Önüne oturup eskiye daldığım o pencereden yüreğimin bir kenarına sakladığım "anılar" sandığına merhaba derim. O günleri düşlerken kendimi bir başkasının yaşamını uzaktan seyreder gibi hissederim çünkü genç ve alımlı olduğum, kaygısız ve umursamaz yüreğime, o günlere fazla uzağım. Artık o anılar sadece eski bir sandığa kapatılmış cansız görüntülerden ibaret.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Prens Ölürse
Genel KurguOna kızmıyorum, asla. Prens iyi bir yalancıydı. Başlangıç ↬19 Ocak 2021 Bitiş ↬8 Mart 2021 -𝓞𝓻𝓮𝓷𝓭𝓪