(Park Chae-young)
Bedenim ruhuma geri dönerken hissettiğim acı ile kaşlarımı çatmıştım. Suyun altından çıkarmışcasına ayılırken terlediğimi hissediyordum. Gözlerimi birkaç defa kırpıştırdığımda acı daha da fazla artmış dudaklarımın arasından bir inleme dökülmüştü.
Hatırlıyordum.
Bunu bana Jimin yapmıştı.
Gözlerimi araladığımda. Gördüğüm ilk şey karanlık odaya düşen küçük hüzmelerdi. Neredeydim ben böyle?
Kolumdan destek alıp doğrulduğumda diğer elim bilinçsizce enseme gitmişti. Hissettiğim şey bir kumaştı ve neden orada olduğu açıktı. Kafama neyle vurduysa patlattığı kesindi."Uyandın mı?"
Odaya düşen kısık ses ile acıdan kapattığım gözlerimi açıp o yöne doğru bakmıştım. Jimin sallanan sandalyelerin birinde oturmuş doğrudan bana bakıyordu. Gözleri bedenimi turladığında olduğum yere bir göz atmıştım.
Büyük bir odada şömine ve onun karşısında da Jimin vardı. Bense bir koltukta yatıyordum. Gözlerimle evi daha çok incelemek istesem de hemen buradan gitmek istediğim için kalkmaya çalışmıştım. Bu adamla daha fazla aynı evde kalmayacaktım.
"Boşuna uğraşma. Gidemezsin."
Gözlerim onu bulduğunda önüne,ateşi izlemeye, geri dönmüştü. Ne demek gidemezdim?
"Ne saçmalıyorsun? Hemen buradan gideceğim."
Buradan çıkar çıkmaz ilk işim önce babamı arayıp her şeyi anlatmak olacaktı. Lisa'yı o caninin ellerinden kurtaracaktım. Jungkook ne kadar aşık olursa olsun o bir hastaydı. Bir caniydi. Bir cellattı. Onu kardeşime emanat edemezdim.
"Hiç sanmıyorum."
Kim bilir hangisi cehennemdeydim? Tanrım neden Lisa'yı bulur bulmaz polise haber vermemiştim! Bu Lisa'ya yaptığım ikinci büyük kötülüktü. İkidir onu kaybediyordum. İkidir onu incitecek insanların ellerine teslim ediyordum.
"Beni sen mi engelleyeceksin?"
Ayaklarım yeri bulduğunda başım dönmüş ve yeniden koltuğa oturmuştum. Ah bu kadar güçsüz olamazdım! Hayır, şimdi zamanı değildi.
"Zaten bu hâlde iki adım atamadan düşer bayılırsın."
Jimin'in güldüğünü duyduğumda içimde onu öldürme aşkı yeşermeye başlamıştı. Tanrım! Bu dağ başında onu öldürsem kimin haberi olurdu ki? Bedeni polisler tarafından bulunmadan kurtlanırdı. Onu öldürmemem için hiçbir neden yoktu.
"Bilmem farkında mısın ama beni bu hale getiren sensin."
Bir de gülüyordu. Jungkook'un ve Jimin'in akıl sağlığının yerinde olduğunu düşünmüyordum. İyi ya hapis değil tımarhanede ömürlerini tüketirlerdi. Bence çok daha iyiydi.
"Sana durmanı söylemiştim."
Onu dinlemeye devam etmeyecektim. Eğer buradan çıkmam için onu öldürmem gerekiyorsa bunu yapacaktım.
Oturduğum yerden yeniden kalkmış ve kapının olduğu tarafa doğru bakmıştım. Eğer koşarsam o beni yakalanmadan odadan çıkardım. Ama kapı kilitliyse? Denemeye değerdi.
Gözlerim yeniden Jimin'i bulduğunda telefonuna baktığını görmüştüm. Benimki neredeydi bilmiyordum ama kolyemdeki verici sayesinde onu düşünmeme gerek yoktu. Sadece iki kere bastığımda yerim otomatik olarak babama ulaşacaktı. Bu ilk canıma kast değildi. Babam Kore'nin en iyi dedektifiydi. Düşmanı çok fazlaydı. Bu verici de bana daha çok zarar verilmesin diyeydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Infelicity | lizkook²
FanfictionÖlüm altın kâsede sunulduğunda nefretiyle harmanlanmış zehiri, katilinin gözlerinin içine bakarak içti kadın. Belki öleceğinden haberi yoktu ama yine de emindi. Sevdiği adamın ona kıymayacağına... Emindi çünkü şerbet içmek de zehir içmek de aynıyd...