3.1

2.5K 241 62
                                    

     "Kendi rızanla anlatır mısın, yoksa ben ağzından lafı cımbızla çekerek mi öğreneyim?" diye sordu yaşlı adam.

     Kahverengi gözlerini diktiği engin maviden çekmezken bu durumun ona pekte yardımcı olmadığının bilincinde, derince iç çekerek önündeki soğumaya yüz tutmuş kahveye çevirdi bakışlarını.

     Fincandan büyük bir yudum alırken sessizce onu izleyen adama döndü.

     Mahir Usta, elini oğlu bildiği adamın omzuna götürerek güç vermek adına sıkarken "Derdini anlatmayan deva bulamaz evladım. Sen derdini anlat, bir hal çaresine bakarız." dedi babacan bir tavırla.

    Dağhan dişleriyle dudaklarını ezerken fincanı masaya geri bıraktı. "Ustam, Lokman Hekim gelse yine çare bulamaz." dedi ümitsizlikle.

    Yaşlı adam "Ah, be oğlum! Sen direkt desene 'Mesele sevda.' diye." dedi, gülümseyerek.

    Görmüş geçirmiş adamdı Mahir Usta. Eğriyi, doğrudan daha görür görmez ayırırdı. Dağhan çözemediği her düğümde soluğu onun yanında alırdı. Aklı da kalbi gibi kördüğüm olunca çareyi yine ona sığınmakta bulmuştu.

    "Ustam, bu sefer farklı." dedi omuzları çökerken. "Çok farklı."

    "Karşılıksız mı?" diye, sordu şefkatle. Dağhan'ı şen şakrak görmeye alışkın olduğu için bu üzgün halleri canını sıkıyordu. 

    Profesör, başını önüne eğdi. Masa örtüsünün desenlerini ilk defa görüyormuş gibi incelemeye başladı.

     "Yasak." dedi, kısık bir sesle. Yaşlı adamın kaşları kavislenirken "Şeytan üç kez fısıldadı kulağıma. Her defasında 'Sev!' dedi bana. Ne oldu, nasıl oldu bilmiyorum ama bir gün gözümü açtığında meyveyi çoktan ısırdığımı fark ettim." diye sürdürdü sözlerini.

     "Şeytan üç kez fısıldadı kulağıma. Her defasında 'Sev!' dedi bana. Ben de sevdim."dedi, sesi artık duyulamayacak hale gelirken.

     Yaşlı adam başta ne diyeceğini bilemese de ilk şaşkınlığı atlattıktan sonra elini daha sıkı bastırdı Dağhan'ın omzuna. Kelimeleri, anlamlı birer cümleye çevirmeye çalışırken "Oğlum..." dedi, sesinde ki şaşmaz samimi tonla.

     Dağhan'ın tereddütlü bakışları, duyduğu sözle tuzla buz olurken tekrar onun yüzüne  bakışlarını.

    "Buna hazır mısın?" diye sordu yüzündeki merhametle.

    Yaşlı adamın ne demeye çalıştığını anlamıştı. Ailesi, arkadaşları, çevresi, doğruları, inancı...

     Hazır mıydı?

     Burukça gülümseyerek omuz silkti. "Ustam şu içimdeki cehennem ateşini bir bilsen." dedi, elini göğsüne vurarak.

     "Bir insan kendi yangınına seve seve odun taşır mı hiç?" diye sordu sanki cevabını bilmiyormuş gibi.

     Yaşlı adam bir süre boyunca sustuktan sonra "Sen de iyi bilirsin ki sevda akıl işi değildir oğlum." dedi, kırık sesiyle.

     Dağhan'ın boğazı düğüm düğüm olurken gidermek adına art arda yutkundu.

     Anlaşılan daha çok işi vardı bu düğümlerle.

     "O..." dedi ve kısa bir duraksamanın ardından "Buraya getirdiğin bir oğlan vardı. O mu?" diye sordu.

    Dağhan alt dudağını dişlerinin arasına sıkıştırarak başını salladı. Yaşlı adamın şefkatli bakışlarına karşın başını denize çevirdi. "Böyle, şiir gibi. Bıkmadan, usanmadan, okudukça okuyasım geliyor." dedi, gülümseyerek.

    Kendisi değil; hafifçe rüzgarı dahi gelse, Dağhan'ın yüzünde daha kendisinin bile fark edemediği bir gülümseme peyda oluyordu.

    "Çok güzel gözleri var. İlkin böyle buzdanmış gibi görünüyor ama baktıkça insanın içini ısıtıyorlar. Ah, birde bir gülüşü var. Başkası görecek diye ödüm kopuyor. Her seferinde şuram tekliyor." dedi, elini öncekinden daha hafif bir şekilde ğöğsüne vurarak.

    "O kadar güzel ki, şu yaşıma kadar güzel dediğim her şey için tövbe edesim geliyor." dedi hafifçe gülerek.

     Mahir Usta'da gülerken başını ona çevirerek "Öyle işte ustam." dedi, kısıkça.

    "Sevmek kolay iş Dağhan'ım. Sen söyle bakalım, o da seni seviyor mu?" dedi, muzırca.

    Dağhan'ın yüzü düşerken tekrar omuz silkti.

    "Çok kırmışlar. Onu öyle çok kırmışlarki tüm parçaları toplayıp duvarlar örmüş etrafına. Ortasına da oturmuş öylece bekliyor. Biliyorum, bir gün ya ben o duvarları aşacağım ya da o benim için indirecek. "dedi, ışıltılı gözlerle.

    Yaşlı adam gülümseyerek Dağhan'ın başını kendi başına bastırırken genç olan konuştu.

    "Sordun ya 'Hazır mısın?' diye. Bir çift mavi göz için cenneti yakar, cehenneme buz tutturturum."

     *** 

     Dağhan, Mahir Usta'nın yanından ayrıldıktan sonra bir süre sahilde yürüdü.

     Ayakları onu yönetirken nereye gideceğini bilmiyordu. Tek bildiği eve gitmek istemediğiydi.

     Uzun bir müddet ara sokaklarda yürüdü. Ağzına bir türkü tutturmuş, elleri ceplerinde öylece dolaşıyordu.

    Ayakları onu Aras'ın evinin olduğu sokağa götürürken ıslık çalmaya başladı. Eve ilerlerken saatine baktı.

    Vakit gece yarısına geliyordu ama evin ışıkları hala açıktı. "Acaba uyuyamıyor mu?" diye düşünmeden edemedi. "Belki de yaklaşan sınavlarına çalışıyordur?" diye geçirdi bu sefer. Derince iç çekerek bahçeli evi izledi birkaç dakika.

     Kendi içindeki tereddütlerden arınıp bahçe yoluna girdi. Sakin adımlarının aksine elleri terliyordu. 

     Her gördüğünde formalite icabı yapıldığını düşündüğü birkaç merdiveni aşarken kendi kendine kıkırdadı.

    Çelik kapıya ulaştığı zaman nefesini düzene sokarak zile bastı. Kapının ardından sesler gelirken bakan kimse olmamıştı. Tekrar zile uzandığı sıra kapı açıldı.

     Eli havada, kaşları çatık öylece bakakaldı. Aras, ne uyuyamıyordu ne de ders çalışıyordu.

     Karşısındaki yarı çıplak, dövmeli gencin sesini duyana kadar elinin havada kaldığını bile unutmuştu.

    "Buyrun, kime bakmıştınız?" 

     Dağhan keşke gerçek olsan. Evett, sonunda kendi güncelime gelecek son bölümü de paylaşıyorum. Bundan sonrası için bizi neler bekliyor bende pek bilmiyorum ama müsait olduğum her an bölüm yazmaya ve paylaşmaya devam edeceğim. 

    Kendimizi aşmamız dileğiyle. 

ELMAYI YEDİ ADEM [b×b]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin