"Bir büyücünün, bir şairden farkı yoktur." dedi, kürsünün önüne yaklaşarak.
Öğrenciler sessiz bir şekilde onu dinlerken devam etti konuşmaya.
"Şiiriyle sizi efsunlar. Daha ne olduğunu anlayamadan etkisi altına girersiniz. Zihninize, mıh gibi kazınmayacak mısralar yerleştirir."
Amfi basamaklarına doğru adımlamaya başladı. Bir elini cebine koyarken diğerini havaya kaldırdı.
"Bir rahibin, bir şairden farkı yoktur." dedi, bu sefer özneyi değiştirerek.
"Bir dua gibidir şiir. Bir din adamıdır şair. İlahi sözcükler dökülür dudaklarından. Sesler sarmalar ruhunuzu. Hissedersiniz. Ritmiyle sizi cezbeder. Şiiri size, bir duanın mısralarıyla yazılmış gibi gelir."
"Bir dua..." diye yineledi öğrencilerden birisi dersin bittiğini haber verirken. Kürsüsüne dönmeden önce başını hafifçe masalara doğru çevirdi.
Gözleri, genç adamın bedeniyle buluşunca gülümseyerek önüne döndü.
Film izlemeye gittikleri akşamdan beri onunla, daha çok vakit geçirmek istiyordu ama bunu bir türlü Aras'a söyleyemiyordu. Şu durumda kendisini kızlarla konuşmaya çekinen yeni yetme ergenler gibi hissediyordu.
Gencin telefonuna bakarak sınıftan çıktığını görünce, o da vakit kaybetmeden eşyalarını toparlayarak amfiden çıktı. Köşede, telefonla konuşan gence doğru yüyürken duyduğu "Dağhan Hocam." sesiyle arkasını döndü.
Dersine girdiği kız öğrencilerden birisi gülümseyerek yanına ilerlerken arkadan onları izleyen bir grup kız olduğunu fark etti.
Aras'a kaçamak bir bakış attıktan sonra "Efendim?" dedi, karşısında dikilmeye başlayan sarışın kıza.
Kız, parmaklarıyla oynamaya başlayınca pek de hoşuna gitmeyecek şeyler söyleyeceğini anlayarak eliyle alnını ovdu.
"Imm, Hocam şey diyecektim. Edebiyat üzerine, sizinle tartışmam gerektiğini düşündüğüm birkaç konu var da. Eğer müsaitseniz; sizi evime, akşam yemeğine davet etmek istiyorum."
Bunları söylerken kızın yüzünde mahcup bir ifade vardı ama onu tanıyan herkes, bu mahcup ifadenin aslında buram buram sahtelik koktuğunu biliyordu.
Dağhan'ın bakışları tekrar Aras'a kayınca, genç adamla göz göze geldiler.
Aras, bir yandan çatık kaşlarla ikiliyi izlerken diğer yandan Umut'u dinlemeye devam ediyordu. Profesör'ün karşısında duran kızı tanımamasına karşın biliyordu. Ah, tabi bütün okulun da bildiği gibi.
"Bu iyi değil." dedi, mırıltıyla.
Zira kızın namı fakültede almış başını gidiyordu. Erkeklere yaklaşmasındaki niyet kesinlikle masum ya da arkadaşça değildi. Ve anlaşılan o ki, Profesör de radarına girmişti. Gözlerini ikiliden çekerek, pencereye doğru döndü.
Profesör, gencin bakışlarını ondan çekmesi üzerine; hala kendisinden bir cevap bekleyen kıza dönerek "Bu aralar pek müsait değilim, kusura bakma." dedi, sahte bir üzüntüyle.
Sarışın kız, hayal kırıklığına uğrasa da bunu belli etmeyeye kararlı bir şekilde "Tabi, sorun değil." dedi, gülümseyerek.
Aras'ın meraklı bakışları tekrar ikiliye dönerken sarışın kızın gülümsediğini görünce göz devirmeden edemedi.
Ne yani kıza karşılık mı veriyordu?
Koridorda daha fazla durmak istemediğine kanaat getirince, Umut'a onu daha sonra arayacağına dair söz vererek, kapattı telefonu. Amfiye ilerlemeye başladığında üzerinde olan bakışın bilincinde olsa da başını o tarafa doğru çevirmeden yürümeye devam etti.
Ta ki, ağabeyinin geniş koridorda kendisine doğru ilerlediğini görene kadar. Adımları yavaşlarken gördüğü beden karşısında gözleri büyüdü.
Aras'ı gören ağabeyi gamzelerini çıkara çıkara gülümserken koridorda ki bütün kızlar öylece durmuş tanımadıkları bu yakışıklı adamı izliyordu.
Gözleri Aras'ın arkasında kalan bedene takılırken gülümsemesi yerini şaşkın bir ifadeye bıraktı.
Aras'ta ağabeyine şaşkın bir gülümsemeyle bakarken, onun gözlerinin takip ettiği yere döndü.
Profesör, onunla buluşmak için gün ayarlamaya çalışan sarışın kızdan bunalmış bir halde saçlarını karıştırırken duyduğu "Ah, şu küçük dünya." lafıyla, sesin geldiği yere döndü.
Bu tanıdık ses...
Gördüğü yüzle önce dudakları aralandı. Ardından başını hafifçe eğerek burun kemerini sıkarken, gülmeye başladı.
Cidden mi?
"Lanet olsun. Sizden kaçış yok mu?" diye sordu, kendisine doğru yaklaşan adama.
Kendimizi aşmamız dileğiyle.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ELMAYI YEDİ ADEM [b×b]
Genç KurguŞeytan üç kez fısıldadı kulağıma. Her defasında "Sev!" dedi, bana. Ne oldu, nasıl oldu bilmiyorum; ama bir gün gözümü açtığımda elmayı çoktan ısırdığımı fark ettim. Şeytan üç kez fısıldadı kulağıma. Her defasında "Sev!" dedi, bana. Ben de sevdim. ...