salona hakim olan gürültüye rağmen herkesin duyabileceği şekilde düdüğünü çalan hakem, parkede gıcırtılar çıkaran ayakların yavaşlamasına sebep olurken oyuncuların aksine tribünleri dolduran kalabalığın coşkusu alevlenmiş, bir taraf faul kararına itiraz ederken diğeri tezahürat yapmaya devam etmişti daha da yükselen sesleriyle. itiraz eden tarafın içinde yer almama rağmen sessizce olduğum yerde dikilip büyük bir dikkatle maçı, daha doğrusu yoongi'yi izliyor, sanki bedenim onunkiyle bir bağlantı içindeymiş gibi nefeslerimi bile sahadaki bedenle eş zamanlı içime çekip üflüyordum. damarlarımdaki tüm kan boşalmış da yerini sonsuz bir endişe ve korku almış gibi hissediyor terleyen ellerimi tekrar tekrar pantolonuma silerek kırpıştırıyordum gözlerimi. üçüncü periyodun bitmesine dakikalar kalmışken kazandıkları bu faulün, takımdaki herkesin gerilmesine sebep olduğunu sadece bakışlarımla bile anlayabiliyordum. geçen saliselerle uyumlu bir şekilde ettiğim dualar tanrı tarafından yine aynı hızla reddedilirken atışlarını sayıya çeviren takım ve onları destekleyenler derin bir nefes çekmeme sebep olmuştu sinirle.
pantolonuma sildiğim halde terlemekten geri durmayan ellerim bir yandan da titrerken bakışlarımı bariz bir öfkeyle az önceki sayıyı atan çocukta tutuyordum, ona bireysel bir kin beslememin ne kadar doğru olduğu hakkında hiçbir fikrim yoktu ancak bunu düşünüp tartacak zamanı bulamadan saniyelik de olsa bana bakan kişiyle buluşmuştu gözlerim. yoongi neden bana beklentili gözlerle bakıyor-
"hey, tezahürat yapmayacaksan en önde dikilmeyi bırak!"
birkaç sıra arkamda durduğu halde sesini duyurabilmek adına bağıran kişiyi tanımasam da gerçekliğe dönmemi sağladığı için minik bir minnetle yüzüne bakıp önümdeki demir korkulukların altındaki çıkıntıya basarak bedenimi biraz daha yükselttikten sonra bağırmıştım sesimin gelebileceği en yüksek seviyeden.
"min yoongi!"
salondaki herkes, yoongi de dahil, bana dönerken sesimin fazla yüksek çıktığına fark etmiş ve bağırmaktan değil de utançtan kızaran yanaklarımla gözlerimi gülümseyerek bana bakan bedenden çekmiştim beceriksizce. düşüncelerim kontrolden çıkmış gibiydi, sebebinin sahadaki kişi olduğunu çok iyi bilmeme rağmen inatla maç için heyecanlı olduğumdan böyle hissettiğime ikna etmeye çalışıyordum kendimi. sevdiğim adam tarafından kendi odamda kendi yatağımda öpülmemin üzerinden bir hafta geçmiş, hayatımın en güzel yedi günü olmak için çoktan öne sürmüştü adaylığını. ilişkiler hakkında hiçbir fikri olmayan ben bile flört ettiğimizin bilincindeydim ve bu; bedenimin baştan aşağıya ürpermesine, farkında olmadan alt dudağımı dişlememe sebep oluyordu.
yoongi, büyük ihtimalle beni öpmesine tepki göstermeyip aksine kırmızıya boyanmış yanaklarımı ona sunduğum için rahat davranmaya başlamıştı. daha önce hiç hissetmediğim kadar utangaç hissediyor, yanında olduğum her an yanaklarımın kendi rengine dönememesine tanıklık ediyordum. sadece gözlemleyerek tanıdığım, bakışlarında bile nefret hissettiğim yoongi'nin yerini, beni gördüğü her an kocaman gülümseyen ve her fırsatta konuşmaya çalışan yoongi almıştı. kalbim, göğüs kafesimde çırpınan bir kelebek misali onun kalbine ulaşmak için her saniye çırpınıyor, en ufak hareketinde soluksuz kalarak titriyordu kanatları.
"bastırın çocuklar."
zihnimin sesi salondaki gürültüyü susturmaktan vazgeçip toparlanmama müsaade ederken bağırdığım için sızlayan boğazımı ıslatmak adına yutkundum usulca. dördüncü periyodun çoktan başladığını fark ettiğim anda gözlerim skor tablosunu aramış, saniyeler içinde bulduğumda gözlerim önüne serilen manzara gülümsememe sebep olmuştu. yoongi yüzünden düşüncelere dalıp bulunduğum gerçeklikten kopuşlarım artık alışkanlık halini almaya başlamıştı ve sevdiğim her şey adına yemin ederdim ki sahada topu sektiren kişi bunun farkındaydı.