"tamam şimdi pas at. evet, böyle. biraz daha hızlan."
koçun spor salonunda yankılanan gür sesi parkeye çarpan ayakkabıların gıcırtısıyla karışıyor ve ortaya bazı insanları rahatsız edecek ancak basketbol sevenlerin kesinlikle hoşuna gidecek bir ses çıkarıyordu. bense salondaki gürültüyü umursamak yerine bu sözleri söylediği kişiye bakmamaya çalışmakla uğraşıyor ve huzursuzca etrafı izleyip duruyordum. dün olanlardan sonra hiçbir şey konuşmadan uyumuştuk ve bunun sebebi bendim. banyoda dakikalarca kalsam bile kendi rengine dönmeyen yanaklarımı göstermemek için hızlıca yatağa girmiş ve oda sıcak olmasına rağmen yorganı başıma kadar çekmiştim. ancak diğer gün konuşmak için fırsat aradığım halde değişmeden devam etmişti aramızdaki sessizlik. ben utandığım için konuşamıyordum ama yoongi'nin neden iletişime geçmediğini bilmiyordum. yaptığına pişman olduğunu bu yüzden tekrar soğuk davranmaya başladığını söyleyen tarafım her geçen saniye kontrolü ele alırken moralim de aynı hızla bozuluyordu.
sıkıntıyla iç geçirip dayanamayarak bakışlarımı terli yüzünü tişörtüyle silen bedene çevirdim, bu görüntüyü başkalarına da gösteriyor olması kesinlikle huysuzluğumu artıracak cinstendi. üstelik bu hareketi antrenmanın başından beri burada olan ve odakları asla basketbol olmayan kızların önünde yapması beni gerçekten sinirlendiriyordu. bakışlarımdaki ifadeyi gizlemeye gerek duymadan gözlerimi ağızları açık bir şekilde yoongi'yi izleyen kızlara çevirdim. eğer gözlerimle birini öldürme gücüm olsa tam şu an bu kızların cenaze işleriyle uğraşıyor olurduk. kendi aralarında heyecanlı bir şekilde aşık olduğum adam hakkında konuştuklarını duymak sinirle solumama sebep olurken daha fazla dayanamayarak ayağa kalkıp onları göremeyeceğim bir yere geçmeye karar vermiştim.
fark etmeden yumruk yaptığım ellerimi sallayarak ön sıralara doğru ilerlerken jungkook'u görmüş ve onun yanına yönelmiştim. her zamanki neşeli haliyle sinirimi geçirmesini umuyordum. daha önce birçok kez gördüğüm gibi bakışlarını taehyung'a odaklamış sadece onu izliyordu. bu halini kendime benzetirken hafifçe gülümsedim.
"selam."
sesimi duyduğunda irkilmiş ve daldığı rüyalardan çıkarıldığı için minik bir sinir dalgası geçmişti gözlerinden. onu hayal aleminden alıkoyanın ben olduğumu fark ettiğindeyse yüzüne büyük bir gülümseme yayılmış ve az önce gördüğüm ifade tamamen kaybolmuştu.
"merhaba, bir şey mi oldu?"
sorusu az önce olanları aklıma getirirken suratım asılmıştı. ifademdeki bu değişim kaşlarının çatılmasına sebep olurken onu merakta bırakmayıp hızlıca cevap vermiştim.
"şu arka taraftaki kızlar yoongi'yi izliyordu. ben de dayanamayıp yerimi değiştirdim."
cümlemi tamamlar tamamlamaz büyük bir kahkaha atıp salondaki herkesin bize bakmasına sebep olmuştu. bu kişilerin arasında yoongi de olduğu için yanaklarım yanmaya başlamış ve hissettiğim utanç yanımda gülmeye devam eden kişinin kolunu dürtmeme sebep olmuştu. sonunda gözlerindeki yaşları silerek sakinleştiğinde yüzüme bakmış ve huysuz yüz ifademle karşılaşmıştı.
"sana da bir şey anlatılmıyor."
dudağımı büzüp kollarımı göğsümde bağlayarak söylendiğimde tekrar gülümsemiş ve yanaklarımı sıkmaya başlamıştı. tutuşundan kurtulmaya çalışsam da başarılı olamamıştım, bu çocuk neden bu kadar güçlüydü?
"gerçekten çok sevimlisin, yoongi'nin sürekli sevimli olduğunu söylemesine şaşmamalı."
aşık olduğum adamın ismini duymak dikkatimi dağıtırken jungkook, sıktığı için kızaran yanaklarımı bırakmış ve arkasına yaslanmıştı. gözlerini sahaya -daha doğrusu taehyung'a- dikip derin bir iç çekmişti.