dünyaya ait olamayacak kadar güzel olan kokusu, ellerimi sıkıca saran minik elleri, ahenkle inip kalkan göğsü, alnına dökülen hafif nemli saçları, belli belirsiz mırıltıları için araladığı dudakları ile park jimin; saydığım tüm bu ayrıntıları gözlerimin önüne sererek hayatım boyunca şahit olduğum bütün manzaraları çöp ederek güzelleştikçe güzelleşiyor, nefesimi kesiyordu saymakta zorlandığım dakikalar boyunca. bir süre önce gözlerimi araladığım yeni güne aşık olduğum kişiyle başlamak uzun zamandır hayallerimi süslüyordu ancak gerçeği, kaç kere yaşarsam yaşayayım hep hayalinden kat be kat güzel olacaktı.
yeryüzünde dinlenen bir meleği uyandırmaktan kaçınırcasına yavaş hareket ediyor, nefeslerimi bile olabilecek en sessiz şekilde çekiyordum içime. ciğerlerime onun kokusu dolduğu için midir bilmesem de jimin hayatıma girmeden önce aldığım nefesler şimdikilerle kıyaslamayacak kadar çirkin geliyordu gözüme. düşüncelerim; kollarımın arasında huzurlu bir uyku çeken beden etrafımda olduğu zamanlarda hep bu şekilde derinleşiyor, aşkın beni nasıl şair ruhlu yaptığına tekrar tekrar şahit oluyordum.
jimin beni değiştiriyordu farkında bile değilken, baştan aşağıya daha iyi bir adam oluyordum varlığına bile binlerce kez şükretmek istediğim kişi sayesinde. daha sık gülümsüyor, klişe bir aşk dizisi repliği olsa dahi karnımda uçuşan kelebeklerin kanatlarının ahenkli sesini duyabiliyor, bu hisle nefes alıyor, yemek yiyor ve yaşıyordum. yaptığım çok hata vardı, her birinin bilincinde olabilecek kadar çok öz eleştiriye maruz bırakmıştım zihnimi, fazla ileriye giderek kendime aşırı yüklendiğimi de söyleyen çıkacaktır elbet ama aşık olduğum adamın zarif kalbini kırmaya devam etmemek için bunu yapmam gerektiğinin farkındaydım uzun zamandır.
ona gerçeklikte hiçbir dayanağı olmayan bir nefret göstermiştim haftalarca, beni sağlıksız düşünmeye iten kıskançlığım yüzünden gözlerimdeki sevgi yerine olumsuz duygulara maruz kalarak huzursuzluğu hissetmişti en derininden. yine de nasıl olmuştu da benim tüm bu aptal davranışlarıma rağmen benden etkilenmeye başlamıştı kestiremiyordum. evet, aşık olduğum kişinin bana karşı bir şeyler hissettiğini anlamamak adına gösterdiğim saçma inadımdan biraz geç kalsam da kurtulmuş, henüz dudaklarından dökülmese bile beni sevdiğini bilmenin mutluluğu ile doldurmuştum bir süredir yaralı olan kalbimi.
yine de bunu ondan duymak istiyorsun.
doğruydu, gülünce kısılan gözlerini benimkilere dikerek öpmeye kıyamasam da her an öpmek istediğim dudaklarıyla hislerini anlatmasını, bunu melek sesinden dinlemeyi öyle çok istiyordum ki kendimi tutmak her geçen gün zorlaşıyordu. utangaç birisi olduğunu daha ilk karşılaşmamızda anlamıştım, yakınlaştıkça bu özelliği sebebiyle onunla uğraşıyormuş gibi davransam da benden gitmemesi için her seferinde sınırımı ayarlamaya büyük bir çaba harcıyordum ona fark ettirmeden. çünkü jimin, gitmemeliydi. kalbimde onun için öylesine büyük yer ayırmıştım ki gittiği anda başa çıkamayacağım bir boşluk oluşarak beni kollarına aldıktan sonra işkence edecekti, biliyordum.
kaybetme korkusu öyle yoğun bir his ki; ciğerlerinize çektiğiniz nefes sizi boğuyormuş gibi hissetmeye, tek düşünceyle yerle bir olmaya, endişeden yapılma bir makinenin dişlileri arasında kalbiniz milyonlarca parçaya ayrılıyormuş gibi düşünmeye alışacak, hayatınızı tüm bunlar zihninizin bir köşesindeyken yaşamaya devam edeceksiniz.
"yoongi, ne zaman uyandın sen?"
kanatlarını açmış düşüncelerim uçuruma yönelirken kulaklarıma ulaşan uykulu sesi, nasıl olduğunu hala anlayamadığım şekilde beynimin kapatma düğmesini kolayca bulmuş ve bedenimdeki her bir hücrenin ona odaklanmasını sağlamıştı, tepeden tırnağa dudaklarından çıkacak bir sonraki cümleye hazır bekliyordum sanki.