yoongi ıced americano severdi, okulda hiçbir dersi dinlemese de notları çok da kötü sayılmazdı. hareket etmekten hoşlanmamasına rağmen basketbol oynamayı severdi. bu, onun hakkında öğrendiğim ilk şeydi ve tezatlığı garip bir şekilde hoşuma gitmişti. soğuk biri olsa da insanlarla konuşurken asla saygısızlık etmez, müzik dinlemeyi sever neredeyse her anını kulaklıklarıyla geçirirdi. okulda yayılan dedikoduların büyük çoğunluğu onun şarkı sözleri yazdığı ve kendi müziklerini yaptığı yönündeydi. genel olarak namjoon'la vakit geçirirdi. yine okulda konuşulanlara göre ikisi çocukluk arkadaşıydı ve namjoon, yoongi'nin gülümsemesini sağlayan nadir insanlardan biriydi. bunlar onun hakkında birkaç günlük gözlemle elde edebileceğiniz bilgilerdi, buna karşılık hiçbir çaba harcamadan öğrenebileceğiniz bir bilgi daha vardı; yoongi, jimin'den nefret ederdi.
okula adım attığınız an nasıl olduğunu anlamadığınız bir şekilde bunu öğrenirdiniz. ve ben, oydum. kimseyi umursamayan yoongi'nin nefretini kazanmayı başaran o aptal bendim. bunu hak etmiş miydim? bakış açınıza göre değişirdi. hoş zaten kimse bunun üzerine düşünme gereği duymamıştı. ben bile neden benden nefret ettiğini anlamaya çalışmayı çoktan bırakıp boş vermiştim. ya da kendimi kandırıyordum. yine de bir şekilde beni görünce gözlerini devirmesine, ismimi duyunca kaşlarını çatmasına, yanlışlıkla bana dokunduğunda elini hızla çekmesine alışmaya başlamıştım. onu tanımıyordum. az önce onun hakkında bahsettiklerim neden benden nefret ettiğini anlamaya çalışırken yaptığım gözlemler sonucunda öğrendiklerimdi. hayır, onu gerçekten tanımıyordum. yollarımız hiçbir zaman hiçbir yerde birbiriyle kesişmemişti. buna rağmen beni nasıl tanımıştı ve nefret etmişti anlayamıyordum. tanımadan nefret ettiğini düşünmekse... rahatsız ediciydi? tanımadığınız bir insanı görmezden gelirdiniz. ve bu tam olarak tanımadığı insanlara yaptığı şeydi. o halde neden-
"beni aynı soruyu tekrar sormak zorunda bırakırsan yemin ediyorum ki o koca yanaklarını ısırırım."
taehyung çoktan çatılmış kaşlarıyla yüzüme bakıyordu ve bahsettiği soru hakkında hiçbir fikrim yoktu. o da bedenen karşısında olsam bile zihnimin çoktan başka alemlerde gezindiğini fark etmiş olacak ki bu tehditle dikkatimi çekmeye çalışmıştı. eh başarılı da olmuştu. çünkü biliyordum ki taehyung cidden sinirlenirse söylediği şeyi yapardı. ve ben yanaklarımı seviyordum. ellerim refleks olarak yanaklarıma giderken dudağımı büzdüm.
"tamam kızma bak dinliyorum seni. ne sormuştun?"
taehyung 'ciddi misin sen?' bakışı atsa da yüzümdeki masum ifadeye dayanamamış ve sorusunu tekrarlamıştı.
"sence yoongi'den bana smaç çalıştırmasını istesem kabul eder mi?"
sorusunun içinde geçen ismin az önceki düşüncelerime kaldığım yerden devam etmeme sebep olacağını fark ettiğimde gözlerimi kırpıştırıp dikkatimi taehyung'da tutmaya çalıştım. o da basketbol takımındaydı ve izlediğim çoğu antrenmandan biliyordum ki bu konuda cidden iyiydi. ama son günlerde anlattığına göre smaç basmakta zorlanıyordu ve hocadan azar işitmişti. taehyung'un en nefret ettiği şeylerden biriydi bu. yoongi'den yardım istemeyi düşünecek kadar kızmıştı bu duruma. böyle bir şeyi istemek onun için zordu çünkü taehyung yoongi'den, yoongi'nin benden ettiği kadar nefret ediyordu. bense bu konuda büyük bir kafa karışıklığı içindeydim ve ne düşündüğüme dair hiçbir fikrim yoktu. fakat bunu taehyung'a belli etmemeye çalışıyor ve ben de yoongi'den nefret ediyormuş gibi davranıyordum. hoş ondan gerçekten nefret etsem her şey daha kolay olurdu ama bu o kadar basit değildi.
taehyung tarafından tekrar tehdit edilmemek için hızlıca düşünüp en mantıklı cevabı bulmaya çalıştım. "bence sormadan bilemezsin. sana yardım etmeyi kabul etmemek için hiçbir sebebi yok." ben cümlemi bitirir bitirmez konuşmuştu. "etmesi için de yok ama." bunu söylerken kaşları çatılmıştı. o sırada sesli söylemese de içinden şunu geçirdiğini biliyordum: 'senden nefret etmesi için hiçbir sebebinin olmaması gibi.' haklıydı da. fakat artık hiçbir sonuca varamadığımız bu konu üzerine kafa yormaktan ikimiz de sıkılmıştık. büyük ihtimalle bu yüzden aklından geçenleri söylememişti. derin bir nefes alıp elimde olduğunu bir anlığına unuttuğum çikolatamın son parçasına ağzıma attım. yavaşça çiğnerken gözlerimi bahçede gezdirdim. herkes havanın güzelliğini fırsat bilmiş ve kendini dışarı atmıştı. tenlerini ısıtan güneşin tadını çıkarıyorlardı. bu düşünce sebepsizce gülümsememe neden olurken gözlerim tam karşımdaki çimlerde oturan bedende takılı kalmıştı. bana her zamanki nefret dolu ifadeyle bakan yüzün sahibine. gülümsemem ben fark etmeden solmaya başlarken gözlerimi kaçırmayı denedim. fakat bunu sadece iki saniyeliğine başarabilmiştim. gözlerim, mıknatıs tarafından çekilen bir demir parçası gibi tekrar gözlerini bulmuştu. ve hala baktığını görmek beklediğim son şey bile değildi. hadi ama yoongi. sen bana bir saniye bakmaya bile tahammül edemezsin. ve süren çoktan doldu.
derin bir nefes alıp bakışlarımı taehyung'a çevirdiğimde oturduğumuz banktan kalkmış bana bakıyordu. yine düşüncelerime gömüldüğüm için bana sinirlenip gideceğini düşünmeye başladığım sırada konuşup merakımı gidermişti.
"of düşünüp duracağıma gidip soracağım. en fazla ne olabilir ki?"
ne demem gerektiğini bilememiş bir şekilde dudaklarımı aralamıştım. hiçbir şey demediğimi fark ettiğinde kolumdan tutup çekiştirmişti.
"sen de geleceksin. hadi."
bedenim otomatik olarak tutuşuna karşı direnmişti. neden benim de gelmemi istiyordu ki? bu olumlu bir cevap alma ihtimalini düşürürdü. hem ben... hazır değildim. yoongi'nin karşısında öylece durup arkadaşımın isteğine ne tepki vereceğini bekleyemezdim. bunu düşünmek bile karnıma kramplar girmesine sebep oluyordu. ama taehyung'un bu düşüncelerimin hiçbirinden haberi yoktu, bu yüzden bir açıklama bekler gibi bana baktığında güçlükle yutkunup ayağa kalktım. yoongi'nin nefretinden haberim yokmuş gibi davranmam konusunda beni uyarıp duruyordu. böylece bunun çocukça olduğunu düşünecek ve kendinden utanacaktı. taehyung'un planı mantıklı ve kolaydı, en azından ona göre. fakat arkadaşının boğuşup durduğu düşüncelerden ve söylediğini yapamadığından haberi yoktu. büyük ihtimalle bu yüzden beni kolayca onunla aynı ortama sokabiliyordu. evet şu an yaptığı tam olarak buydu. namjoon, yoongi ve adını bilmediğim bir çocuk çimlerde oturuyor ve sohbet ediyordu. daha önce yoongi'nin yanında hiç görmediğim güzel gülümsemeli çocuk büyük bir heyecanla bir şeyler anlatıyordu. hareketleri kesinlikle diğer ikisine uymuyordu. ama bundan rahatsız olmuş gibi görünmüyorlardı, aksine ikisi de halinden memnundu ve gülümsüyorlardı. evet, yoongi gülümsüyordu. en azından biz tepelerine dikilip dikkatlerine çekene kadar gülümsemişti. daha sonra ne mi olmuştu? beni görmüştü ve yüzündeki ifade tamamen değişmişti. kalbimdeki sızıya anlam veremezken bakışlarımı herhangi bir yere odaklamaya çalıştım. ona bakmıyorken bile üzerimde hissettiğim bakışları beni zorluyordu. titremeye başlayan ellerimi kimse fark etmeden güçlükle pantolonumun ceplerine sokup içimden aynı cümleyi tekrarlayıp duruyordum.
'sor artık şu lanet soruyu kim taehyung.'