"benim için bunu neden yaptın jimin?"
bu sorunun cevabı çok belliydi. aptal arkadaşımın yaptığı saçma sapan bir şey yüzünden hayalinden vazgeçmesini istemiyordum çünkü. yaptığımdan pişmanlık duymuyordum ancak müdürün kapısının önünde öylece dikilirken gerilmeme de engel olamıyordum. bu güne kadar sorun çıkarmadığım için fazla kızmayacaklarını biliyordum ama yine de ceza vereceklerinden emindim. heyecandan terleyen avuç içlerimi pantolonuma sildiğim sırada adımın seslenilmesiyle yutkunup başımı kaldırdım. müdürün odasından çıkan koçtu adımı söyleyen. duyduğumu belli etmek adına başımı salladıktan sonra endişeyle bana bakan arkadaşıma gülümseyip içeri girdim. taehyung'a çok fazla değer veriyordum ve bu yaptığım verdiğim değere oranla küçücük bir şeydi. bu yüzden müdürün karşısında durup ellerimi önümde bağladığımda kendimle gurur duyuyordum. 'sen iyi bir arkadaşsın park jimin.'
↻ bir gün önce
elimdeki kitap sayesinde daldığım hayal aleminden yatağımın üzerindeki telefonumun bildirim sesiyle sıyrılmıştım. kaldığım yeri kaybetmemek için kitabımı ters çevirip koyduktan sonra yeni gelen bildirimle tekrar öten telefonuma uzandım. spam mesajı sildikten sonra taehyung'un mesajını okudum.
"sana ihtiyacım var."
ekranda gördüğüm üç kelime kaşlarımın çatılmasına sebep olurken yatağımdan kalktım hızlıca. bu mesajı almayalı o kadar uzun zaman geçmişti ki nasıl tepki vereceğimi bilememiştim. bu taehyung ile yıllar önce kararlaştırdığımız bir sinyaldi. "tek bir cümle. tek bir cümle belirleyeceğiz ve bu bizim bir çeşit yardım çağrımız olacak." demişti arkadaşım sinir krizleri yoğunlaşmaya başladığında. ortaokula başladığımız yıl yaşadıkları yüzünden ağır bir sinir krizi geçirmiş ve hastaneye kaldırılmıştı. o günden sonra stres ya da üzüntü durumuna göre süresi değişen krizler geçirmeye devam etmişti. bu yüzden taehyung'un babasıyla birlikte tetikleyecek durumların oluşmaması için uğraş veriyorduk. bir süredir başarılı da oluyorduk. ya da öyle olduğumuzu sanıyorduk. çünkü attığı mesaj çok net bir şekilde kriz geçirdiğini gösteriyordu.
afallamış bir şekilde ayakta dikildiğimi fark ettiğimde telefonumun tuş kilidi kapatıp hızlıca sandalyenin üzerinde duran ceketimi aldım. odamdan koşarak çıktığımı gören annem neler olduğunu sorduğunda sadece taehyung'un adını söylemekle yetinmiştim. neler olduğunu anlaması için bu yeterliydi. acele etmeye çalıştıkça birbirine dolaşan ellerimle güçlükle ayakkabımı giydikten sonra koşmaya başladım. minsung amcanın taehyung'u yalnız bırakmayacağını bilsem de bir an önce arkadaşımın yanında olmak istiyordum. soluk soluğa kalsam da kendimi zorlayarak hızımı artırdım ve çok da uzakta olmayan eve ulaştım. kapıyı çalarken güçlükle soluyor ve nefesimi düzene sokmaya çalışıyordum. minsung amcayı gördüğümde endişeyle yüzüne baktım.
"annesi aradı. taehyung da ne söylediğini dinlemeden ondan nefret ettiğini söyleyip telefonu kapattı."
yorgun görünüyordu. bu, krizin uzun süreli ve ağır geçtiğini gösteriyordu. yutkundum güçlükle.
"nerede şimdi?"
"odasında. uzun zaman sonra geçirdiği kriz yorgun düşmesine sebep oldu. çok fazla çığlık attı ve ağladı."
sonlara doğru gözlerinin dolduğunu gördüğümde elimi yavaşça koluna götürüp okşadım. ne kadar zorlandığını ve üzüldüğünü görmek kalbimi kırıyordu. onu rahatlatabilmek istesem de endişeyle dolan zihnim buna izin vermiyordu. hiçbir şey söyleyemediğimi fark ettiğinde gülümsemişti.
"hadi taehyung'un yanına git. seni görünce iyi hissedecektir."
başımı sallayıp minsung amcanın yanından ayrılarak arkadaşımın odasının önünde durdum. dolan gözlerimi birkaç kez kırpıştırıp gözyaşlarımı geri gönderdikten sonra aramızdaki tek engeli oluşturan kapıyı usulca açtım. taehyung yatağında cenin pozisyonunda uzanmıştı. ağlamaktan ıslanan gözleri kapalıydı. etraftaki dağınıklık kriz geçirirken odada olduğunu gösteriyordu. ellerini bacaklarının arasına koymuş titrek nefesler alıp veriyordu. arkadaşımın bu halini gördüğümde dünya üzerindeki bütün kötülükleri yok etmek istiyordum ona ulaşamamaları için. derin bir nefes alıp sessiz adımlarla yatağına ulaştım. yere çöküp saçlarını yavaşça okşadığımda gözlerini aralamıştı. beni gördüğünde gözlerinden minik bir ışıltı geçmişti belli belirsiz. hiçbir şey söylemeden bir süre saçlarını ve yüzünü okşadım. böyle zamanlarda kelimelerim anlamını ve önemini kaybediyordu. ikimiz de çok iyi biliyorduk bunu.