↳ t h i r t e e n

2K 223 51
                                    

story

"Ne gururlu herifsin Renjun. Adam senin üniversite hayatını mahvedebilecek güce sahip, sense inatla Lancelot eşcinseldi diye savunma yapıyorsun. Sokrates'in Savunması mı bu sanki gözümün nuru, niye diretiyorsun?"

Günlerden ılık bir salıydı ve Renjun bir profesöre kafa tutmuş, dersten atılmıştı. Kyu da ona akıl vermeye çalışıyordu ama Renjun bir konuda kendine güveniyorsa asla pes etmeyecek kadar inatçıydı.

"Sıçacağım Lancelotunuza Sokratesinize, tek sayısalcı benim burada ya kendinize gelir misiniz?" Söylene söylene şortumun arka cebinde titreyen telefonumu çıkardım. Ekrandaki isimle sinirim iyice tepeme zıpladı. "Zaten kıyametim arıyor, yemin ederim birinizden daha rönesans edebiyatı duyacak olursam ikinizi de evire çevireㅡ Ne var Jaemin, anahtarını mı unuttun yine?"

Aramayı açıp telefonu kulağıma dayadığımda karşı hattaki Jaemin, "Sana da merhaba ya," diye yanıtladı beni. "Evet anahtarımı unuttum. Neredesin şu an?"

"Gölün oradayım. FEF'e doğru taraftayım ama. Çabuk ol bak, koş hatta; çok açım zaten elim ayağım titriyor, yolun ortasında bayılıp kalmama ramak kaldı."

Aramayı kapatıp Kyu ve Renjun'a önden gitmelerini, onlara yetişeceğimi söylediğimde gittiler. Kampüsteki meşhur gölümüze doğru yürüdüm.

Meşhur bir göldü çünkü gölün adı Ördek Gölü'ydü ve içinde hiçbir zaman ördek olmamıştı. Sadece pis yeşil bir su ve üzerinde süzülen yapraklar oluyordu. Ördeğe benzeyebilecek tek şey geçen aydan beri gölün ortasında duran bir voleybol topuydu. Kimse alamıyordu, kıyıya getirecek kadar rüzgar da yoktu o yüzden üzgün bir halde öylece yüzüyordu işte.

"Neye bakıyorsun? Beş yıl sonraki haline mi?"

Arkamda duyduğum, her hün mâruz kalmak zorunda olduğum sesle oraya döndüm. Jaemin üzerinde mavi bir tişört, siyah bir kot ve aynı renk spor ayakkabılarıyla çimenlerde hızla yüreyerek yanıma geliyordu.

Ayrıca yanında biri daha vardı. Lee Jeno, üzerindeki düz beyaz tişört ve siyah pantolonuna rağmen sanki moda şovundan çıkmış gibi yakışıklı görünüyordu. Güneşte rengi açılmış ve nedenini bilmesem de nemli saçları, hatları belirgin yüzü, kalın dudakları, sol gözünün altındaki beni... Göz göze geldiğimiz anda yüzünde belli belirsiz bir sırıtış oluştu.

Jaemin'in ne dediğini unutmuştum bile. Ne için gelmişti? Bir şey alacaktı sanki. Neydi?

Bir iki adım önüme kadar yaklaştıklarında ve Jeno, "Hey," dediğinde kafama dank etmişti. Anahtarlar.

"Hey," dedim normal bir ses tonuyla. Sonra da çantamdan anahtarlığımı çıkarıp Jaemin'e doğru attım. Havada yakaladı. "Benimkini de kaybetme mümkünse."

"Sen nereye bu arada?"

Elimi salık, açık kahverengi saçlarımdan geçirirken, "McDonalds," dedim. Sonra elim karnıma gitti ve ne kadar aç olduğumu tekrar hatırladım. Güneş tepemdeki yaprakların arasından üzerime vururken gözlerimi hafifçe kısarak Jaemin'e çaresizce baktım. "Ben gidiyorum artık, bayılacağım açlıktan gerçekten. Hastanelerden toplarsın beni artık."

"Bırakmamı ister misin?" Jeno'nun tok sesini duyduğumuzda Jaemin de ben de ona döndük. Jeno da ikimize, ardından tamamen bana bakıp eliyle nemli saçlarını geriye attı. "Yürüyerek yarım saate anca varırsın. Arabayla on dakika sürer."

"Olur valla," diye atladım düşünmeden. Bedavaya bırakmayı teklif ediyordu, asla hayır demezdim böyle bir şeye.

Jaemin ikimize garip garip baktı fakat üstelemedi. Sadece Jeno'ya dönüp, "15 dakikaya gel de gideriz," dedi. Ardından bana el sallayıp çimenlerde ilerlemeye başladı.

Jeno'ya döndüm. O zaten bana bakıyordu. "Hadi gidelim," dedim ve çimenlerde sağa doğru tıpkı bir lider misali ilerlemeye başladım.

Jeno ise arkamdan seslendi. "Araba ters tarafta yalnız."

🥝🥝🥝

INSTAGRAM ☆ 3Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin