Yunho
Belki de ona aşık olduğumu anladığım ilk an, tıp fakültesindeyken herkesin onu yargıladığı bir zamanda nöbette bana yardıma gelmesi ve ağır kanaması olan bir hastanın hayatını son sınıf öğrencileri olarak kurtarıp adımızı ülkeye duyurduğumuz günü söyleyebilirdim. Ukalaydı fakat altından kalkamayacağım her işte yükün hafiflediğini anlayıp kafamı kaldırdığımda işin ucundan tutan elin onun eli olması hakkında duyduklarımı ve onu yargılamalarını siliyordu gözümde.
Çok güzeldi, kanser olduğunu ilk bana söyleyip ağladığı günde, onun iyiliği için simulasyona gidiğim gün de. Fakat artık bu iyilik saçmalığına inanmam gerektiğini karşımda ölgün gözlerle yıkılmak üzere dikilen halinden anlıyordum. Bay Jung hepimizi kandırmıştı. İyiliğini istediğimiz adamın yokoluşuna tanıklık ederken sadece üzülüp pişmanlık duyarak geçiştiremiyordum bunu.
Ona deli gibi aşıkken, iyiliğin içindi yaptım gitti demek nasıl bir şuursuzluktu? Günlerce ona yalan söylemek, sığındığı arkadaşı olmama rağmen yerini babasına arsız muhbir bir adam gibi uçurmak, tükenmişlik basamaklarının en üstünde yere çakılmayı beklerken göğsünden onu aşağı ittirmek...
Çakan şimşek bir yağmuru getieceğinin haberini verdiğinde ona doğru adımlamak istedim. Gözlerinde öyle bir ifade vardı ki, bundan sonra karanlığa gömüleceğim beni görmek isteyen kendini yaksın dizeleri geliyordu aklıma. Yağmur çiselediği için bu halde değildi, benim ona olan aşkımı hiç duymaması gereken bir şekilde duyduğu için de bu halde değildi. Sadece ona söylediğim yalanların onu oyaladığım günlerin hatta dakikalar önce yatakta uzanıp eğlendiğimiz anların zihninde zonkladığını ve işin içinden çıkamadığını biliyordum.
Ona doğru bir adım attığımda ağzındaki ellerini çekti ve üstümüze doğru koşmaya başladı. Gözlerinden yaş akmıyordu lakin kıpkırmızıydı göz çevresi. Bembeyaz kesilen suratını babasına çevirdi ve bana sallayacağını sandığım yumruğun babasının gözüne inmesiyle geri çekilip soluklandı. Bay Jung darbeyle gerilediğinde sanki oğlundan gelecek darbeyi bekliyormuş gibi her şeye amenna bir ifade takındı yüzüne. Bu wooyoung'u daha çok sinirlendirmişti. Bu yüzdendir belki de ikinci yumruğu da babasının burnunun üzerine çöktü.
Ben yalnızca izliyor ve sıranın bana gelmesini bekliyordum.
Yapmadı.
Babasının önüne yığılırken ellerini ıslak zemine sertçe çarptı. Dizleri üzerinde düşmüş, derin nefeslerle kalbini sakinleştirmeye çalışıyordu. Öyle bir durumdaydık ki elimi omzuna atamıyor, tutup kaldıramıyor, ağzımı açıp tek kelime edemiyordum. Çiseler dolgunlaşıp ince ince akmaya başlayan yağmur damlalarına dönüştüğünde elleri saçlarının arasına kaydı ve kafasını kopartmak istercesine çekiştirip öne doğru eğilip geriledi. Durmaksızın öne geriye gidiyor ve ciğerlerini derin nefeslerle doldurup kendini sıkıyordu.
"Mahvettin!"
Çığlık attığında Bay Jung da ben de beklenmedik bu haykırışla yerimizde kıpırdandık. Kafası öne geriye gidip gelirken sadece aynı şeyi sayıklıyordu. Mahvetmiştik, bu her şeyi çok net anlatıyordu.
Hayatını, geçmişini, geleceğini, güvenini, sevincini kısacası her şeyini almıştık. Dayanamayıp yanına çöktüğümde orda yokmuşum gibi öne geri sallanmaya ve saçlarını çekiştirmeye devam etti.
"SUSUUUNNN!"
Konuşmuyorduk, kimse konuşmuyordu. Fakat susun diye haykırırken yüzünde çok ciddi bir ifade vardı. Gözlerini yırtılır derecesinde belertmiş, geniş burun deliklerini hızla açıp kapatarak sallanıyor ve kriz geçirirmiş gibi susun diyip duruyordu.