Gitmek öyle kalender bir eylem oldu ki benim için.Şehrimin kalabalık, cıvıl cıvıl caddeleri artık ardımda kalmıştı. Yol ilerledikçe evimden , kendimden ve annemden uzaklaşıyordum. Ellerimle sıkı sıkı göğsüme batırdığım kitabıma tutundum. Gücümün kaynağını annemin ölümünden beri o saymıştım.
Dakikalardır oturmaktan sıkılmış bir şekilde yerimde kıpırdanıyordum. Arabanın içindeki hava yetmediğinden pencereyi açıp yemyeşil ormana bakarak derin bir nefes doldurdum ciğerlerime. Sığınacağım evim, ev diye nitelendirdiklerim artık yanımda değildi. Bu gerçeğin ağırlığı artında an ve an eziliyordum. Bende hep yaptığımı yapıp kulaklığımı çantamdan çıkardım ve tek kaçış yolum olan şarkılara sığındım.
Playe basar basmaz o çok sevdiğim şarkının o sözü yankılandı kulağımda ''gitmek öyle kalender bir eylem oldu ki bizler için'' işte buydu, ne bir eksik ne bir fazla. Bizden geriye bir ben kalmıştım.
Gitmek kelimesi benimle anlam bulmuş gibiydi, kimsesiz kalmak gerçekten böyle bir his miydi? Uçurumdan tek bir küçük nefeste düşmek gibi, tutunacak tek bir dal bulamamış öylece boşluğa savrulur gibi.
Sahi gitmek neydi? Ben babası tarafından terk edilmiş küçücük bir kız çocuğuyken mi öğrenmiştim gitmenin ne olduğunu? Yoksa annem gözlerini yumup beni koskoca hayatta bu kadar çok soruyla tek başıma bıraktığında mı ?
Peki ya annem? O kimden öğrenmişti gitmeyi, terk edip terk edilmeyi? O lanet hastalığına kurban verdiği babasından mı yoksa her aklına düştüğünde gözlerine hüzün çöken annesinden mi?
''Kızım geldik'' sesiyle düşüncelerimden ayrıldığımda anlamsız gözlerle taksi şoförüne baktım. Bir erkeğin ağzından ''kızım'' sözünü hiç duymuş muydum ben? Hiç sanmıyorum. Ben bir kelimenin ağırlığında ezilirken o kendi için alelade olan bu sözün bendeki etkisinden bir haber dikiz aynasından ''haydi'' dercesine bana bakıyordu.
Heyecan ve endişeyle karışık titreyen ellerimle cebimden parayı çıkarıp uzattım. Acele etmeliydim. Birazcık fazla düşünsem arkama bile bakmadan kaçardım bu şehirden, biliyordum. Ben aldığım para üstünü çantama yerleştirirken şoför çoktan inmiş bagaja koyduğum valizimi indirmekle meşguldü.
Arabadan inip valizi aldım elinden. Arabanın motoru bir kaç saniye sonra büyük bir gürültüyle çalışmış ve arkasında kirli bir duman bırakarak uzaklaşmıştı. Bilmediğim bir şehrin bilmediğim bir noktasında bir başımaydım işte.. Elimde sıktığım, parmak boğumlarımın bembeyaz olmasına neden olan telefonuma bakıp bana yollanan konumu açtım. Navigasyonun hedef noktası sarı sarı yanıyordu. İşte o gelmemek için kendimle kavgalar verdiğim nokta burasıydı, önünde durduğum bu bembeyaz evdi ve bu ev; büyük, ihtişamlı ve buz gibiydi.
3 yıl önce
Şefkatini iliklerime kadar hissettiğim annemin dizlerine başımı koymuş, o saçlarımı usul usul okşarken eve yayılan portakallı kek kokusunu içime çekiyordum. Huzur benim için buydu işte; annem , sıcak evim, bitmiş ödevlerim ve eve yayılan o portakallı kekin kokusuydu. Bizim büyük bir ailemiz yoktu, kalabalık sofralarımız yoktu, heyecanla uyandığımız bayram sabahlarımız yoktu.Bizim birbirimizden başka bu dünyada kimsemiz de yoktu.
Annem benim, ben onun her şeyi idim. Benim için yuva annemdi , eve yayılan portakallı kekin kokusuydu. Benim için mutluluk annemin ağlamadan geçirdiği bir gündü. Yine böyle bir andı işte. Annem saçlarımı okşuyor, ben gözlerimi kapamış bu hisle sarıp sarmalanıyordum.
Benim için yuva buyken annem için neydi? Merakla doğrulup başımı annemin dizlerinden kaldırdım. Ani kalkışım annemi meraklandırmış olacaktı ki soran gözlerle baktı gözlerime. ''Annem senin doğdun ev gerçek bir yuva mıydı sence?''
Ani sorumla annemin yüzündeki tatlı gülüş hafiften buruklaşmıştı. Bir kaç saniye yüzüme öylece bakıp gerçek bir gülümsemeyle döndürdü gözlerini tavana.
''Hmm bir düşünelim bakalım... Bembeyaz saray gibi bir evdi benim evim, yaz kış bahçesi bakımlıydı. Anne-babam birbirlerine deli gibi aşıktı ama öyle böyle bir aşk değil. Ben o aşkın altında ezilip kalırdım hep. Sonra mutfak hep kalabalıktı. Sabahtan akşama kadar yemekler pişer çevreye, ihtiyaç sahiplerine yollanırdı. Hayal gibi bir giysi dolabım vardı birde. Annem hepsini tek tek seçerdi benim için. Bir giydiğimi bir daha giydiğim hiç olmazdı herhalde.''
Derin bir nefes aldı, gözlerini benimle buluşturup kocaman bir kahkaha attı ve konuşmaya devam etti.
''Biliyor musun Ferda, ben muhteşem bir evde muhteşem insanlar tarafından yetiştirildim ama seninle bu evde yuvama sahip oldum.''
Gözlerim dolu dolu baktım ona. Gözlerim son zamanlardaki solgun tenine takıldı. Ters giden bir şeyler olduğunu bu küçük kalbimle hissedebiliyordum. Bir korku bulutu aklıma süzülürken kafamı inkar eder gibi salladım. ''Seni seviyorum annem '' diye bir fısıltıyla o zarif boynuna atıldım. ''Seni seviyorum benim güzel MAZİM'' dedi sesinde saklamaya çalıştığı o ağlamaklı tonla.
GÜNÜMÜZ
Gözümden damlayan yaşı elimin tersiyle şöyle bir sildim. Burası anneme dair bilmediğim hayata açılan kapıydı. Şimdi ağlamanın değil savaşmanın sırasıydı. Düşmüş omuzlarımı yükseltip ciğerlerimi derin bir nefesle doldurdum. İhtişamlı siyah kapıya doğru çekingen adımlarımla yaklaşıp zili çaldım.
Bahçenin kapısı müthiş bir hızla açılıp beni şaşkınlığa uğratırken karşımda dikilen siyah takım elbiseli adam dikkatimi çekmişti. Böyle giyinmiş çalışanların sadece filmlerde olduğunu sanırdım oysaki. Karşımdaki sorgulayan bakışlarla gözlerim buluştuğunda adamı incelemeyi yarıda kestim ve yüzüme tatlı bir tebessüm yerleştirip elimi uzattım.
''Ferda, Ferda Bakır.''
Şaşkınlıkla suratıma bakma sırası takım elbiseli beye geçmişti. Başını hafifçe sağa sola sallayıp havada kalan elimi nazikçe sıktı.
''Ferda Hanım sizin bu kadar erken geleceğinizden haberimiz yoktu şaşkınlığımı mazur görün. Buyurun lütfen, içeriye geçin.''
Geçmem için kenara çekilip yolu eliyle işaret ettiğinde dediğine uyup yürümeye koyuldum. O ana kadar fark etmediği valizimin ardından sürüklerkenki sesi dikkatini çekmiş olacak ki çevik bir hareketle elimden alıp sürüklemeye başladı.
''Hanımefendi avluda, ben eşyalarınızı yukarı götüreceğim. Lütfen siz papatyalı yolu takip edin. Bu yol sizi dosdoğru avluya çıkaracak.''
Başımla adamı onaylayıp kibarca teşekkür ettim. Tarif ettiği gibi, evin sol tarafından dolanıp arkasına devam eden papatyalarla sağlı sollu süslenmiş yolu takip etmeye başlamıştım. O ana kadar gerginlikle dolu olan vücudumda şimdi heyecan doruktaydı. Kalbimin gürültüsü kulaklarımda yankılanıyordu.
Bu korku, bu heyecan, bu panik, bu endişe bu adını bir türlü telaffuz edemediğim duyguya mani olmaya çalışarak yolu bitirdim. Orada, tam karşımdaydılar ve benim hemen yanlarındaki varlığımdan habersiz yuvarlak cam bir masanın etrafına oturmuş sohbet ediyorlardı. Kadın tam ortada, biri benim yaşlarımda biri de kırklarının başında olan iki bey de iki yanında oturuyorlardı.
Küçük bir nefes aldım, pusula saydığım kitabı göğsüme sıkı sıkı bastırıp buradaki serüvenimi başlatacak ilk kelimemi ettim..
''Merhaba Peyker Hanım.''
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KALENDER
ChickLitMasum olmak için çok geç , gerçekler için çok erken. Baş parmağını alt dudağımda sürüyerek çeneme kadar indirdiğinde sadece yutkunabilmiştim. Bu adam benim sonum olacaktı... Parmakları az önceki narin dokunuşlarının aksine çenemde sertleştiğinde a...