iki,

3.8K 399 260
                                    

Merhabalaar, hep aynı saatte bölümü atmaya dikkat ediyorum ama akşam atsam daha mı iyi olur diye düşündüm. Genelde ben akşamları fic okurum, siz ne düşünüyorsunuz?

Bu bölüm baya hararetli geçiyor, iyi okumalar diliyorum ✊🏻

——
"Park Jimin! Aceleyle nereye gittiğini sanıyorsun sen?"

Bir anda sandalyeden atlamış sarı örtümü yere atmıştım, telefonumu da masadan aldıktan sonra hızlıca kapıya yöneldim.

Gönderilen mesajdan sonra etrafımdaki uğultular çoğalmıştı, karşımda bana şaşkınca bakan Yoongi'yi bile düzgün duyamıyordum. Endişeli gözlerimi ona diktikten sonra bir yalan bulmaya çalıştım.

"Ah, hyung... Şey. Tae çağırmış evet evet Tae çağırmış yarınki ödevim onda kaldığı için onu almaya gideceğim. Beni bekleme yemeğe ama döneceğim tamam mı?"

Yalan söylediğimi belli edercesine hızlıca cümlelerimi sıralamıştım, bana gözlerini diken Yoongi hyungtan bakışlarımı aniden çektim. Stres altında hissediyordum. Bana bir cevap vermesini bekleyemeden dış kapıyı açtım ve spor ayakkabılarımı çabucak giyip bağcıklarını bile bağlamadan kendimi dışarı attım. Asansör kullanırsam geç kalacak gibi hissediyordum, merdivenlere yöneldim. Koşar adımlarla merdivenleri inmeye başladım. Bu sırada aklıma yazın yaşadığım tüm olaylar geliyordu.

Geçen yılın son günü eve ağlayarak ulaştığımda ve bedenime baktığımda karar vermiştim, ya ölecek ya da zayıflayacaktım. Artık annemlerin beni tombul oğluşum diye sevmesine bile katlanamıyordum. Yakışıklı değilsin ama şirinsin laflarını duymaktan sıkılmıştım. Ben o sınıfın kilolu ve şirin oğlanı olmak istemiyordum. Ben Park Jimin diye anılmak istiyordum.

Merdivenleri inmeyi bitirdikten sonra apartmanın kapısını açtığımda yüzüme çarpan rüzgarla fark etmiştim ağladığımı. Yapılan zorbalıklara tahammülüm kalmamıştı bile, ne diye uğraşıyorlardı ki? İstediklerini alınca mı bırakacaklardı, beni kendimi kan kustururken buldukları zaman mı? Uğraşmak istemiyordum artık, ne istiyorlarsa yapacaktım. Ölmemi istiyorlarsa ölecektim. Yeter ki benimle uğraşmayı bıraksınlar.

Kimse benim ne halde olduğumu fark etmiyordu. Annemler bile kendilerine işlerine öyle adamışlar ki ani kilo kayıplarımı bile fark etmediler. Aslında kilo vermediğimden fark etmemiş olabilirler. Bedenim hala aynı duruyordu, tartıda sayılar düşse bile aynıydım işte. Kemiklerimin sayılacağı kadar zayıflamak istiyordum. Kolumu çekiştirdiğimde derimin incecik gelmesini istiyordum. Belimin korse giymeden bile korseli gibi durmasını istiyordum. Niye o iskelete benzeyen insanlar gibi değildim ki?

Gönderdiği konuma göz gezdirdim. Tekin olmayan bir sokaktaki parktı. Ne için çağırdığını bilmiyordum ama tek o gelmeyeceğine yemin edebilirdim. Acaba ölümüme mi yürüyordum yoksa başka bir şeye mi?

Hafifçe başımı kaldırdım ve belki de son defa görebileceğim Ay'a diktim gözlerimi. Tüm o koşturduğum geceler yanımda duran tek arkadaşımdı. Küçük sırrımı bir o bir de ben biliyordum. Öğrenmiş oldum; iki kişinin bildiği sır, sır değilmiş gerçekten. Belki de yarın tüm okul bilecekti bunu, annemler bana hayal kırıklığıyla bakacaklardı. Bunu ben kaldıramazdım, her şeyi kaldırırdım ama annemlerin o bakışını kaldıramazdım işte.

Parka varmıştım. Şu anlık kimse yoktu, bozulmuş olduğu için bir kapanıp bir açılan sokak lambasının dışında ışık kaynağı yoktu. Korkutucu duruyordu ve normalde olsa asla uğramayacağım bir yerdi. Rüzgarla birlikte yağı yenilenmesi gereken salıncak sallanmış, metalin cızırdadığı o iğrenç sesi bırakmıştı ortaya. Bu ortamı daha çok gererken soğuktan ürperen kol tüylerimi ovuşturdum. Kim gelecekse gelsin, ne olacaksa olsun gözüyle bakıyordum.

feble, yoonminHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin