Multi alıntı.
''Bu alanda daha önce kaç iş deneyimiz oldu?'' Dudağımı ısırmamak için kendimi zorlarken, gülümseyerek zaman kazanmaya çalıştım. ''Maalesef ki hiç olmadı ama inanın hep benden bir önce ki kişiye kaptırdım! Yani...'' Çok mantıklı bir şey söylüyormuş gibi ihtiyatlı bir şekilde ekledim. ''Aslında sorunum uygun zamanı yakalayamamak.'' Karşımda oturan, kırklı yaşlarında ki adam kibar bir şekilde başını salladı ve ''Anlıyorum,'' dedi. ''Zamanlama önemli.''
Şu anda, küçük ama başarılı bir şirketin pazarlama bölümüne başvurmaya karar verdiğim için Stratford'da ki bu şık iş binasının içinde, dünyada ki en sıkıcı adamla iş görüşmesindeydim.
İşte yine başa dönmüştük.
''Peki, neden bu zamana kadar alanınızda hiç çalışmadınız?''
''Dedim ya, çalışmak istedim ama şansım yaver gitmedi.'' Bomboş bir CV, kusmuk kokulu ayakkabılar, resme harcanmış koskoca iki yıl... Bunların hiçbirinden bahsedecek halim yoktu herhalde. Kendi ayağıma sıkmamla bilinsemde, bugün başarılı bir iş kadını olmak için harika bir gündü, öyle değil mi?
''Biraz daha spesifik olabilir misiniz?'' Eh, adamın sabrının sınırını zorlamaya başladığımı gerginleşen ses tonu ve asılan suratından anlayabiliyordum. Hadi ama Nic, akıllıca bir şeyler söyle hemen. Kurtar bu iş görüşmesini. ''Tabii,'' dedim salak gibi gülümseyerek. ''Şu zamana kadar çalışmaya ihtiyacım olmadı.'' İşte karşınızda dünyanın en kötü ve en yalan cevabı. İngiltere'de bir milyonerin kızı bile olsanız, çalışıp kendi ayaklarınızın üzerinde durmayı öğrenirdiniz. Burada çalışmayanlara salak gözüyle bakılırdı.
İş görüşmemde kendimi Birleşik Krallığın en büyük salağı olarak göstererek gerizekalılığımı bir üst seviyeye taşımıştım.
Bunu da CV'me yazsam daha iyi olurdu.
''Oldukça ilginç bir cevap ama sanırım biz daha deneyimli ekip arkadaşları arıyoruz. Üzgünüm Bayan Murphy.''
Hayal kırıklığının bütün bedenime işlediğini hissederken ''Ama,'' diye sızlandım bir çocuk gibi. ''O zaman beni neden bu görüşmeye çağırdınız?''
Adam göbeğini içeri çekti ve ''Çünkü bize Fransızca bildiğinizi söylemiştiniz,'' dedi karşısında dünyanın en büyük aptalının oturduğunu gösteren kibirli bir gülüşle. ''Görünüşe göre onu da yanlış söylemişsiniz.'' Eh, görüşmeye gitme hakkı kazanarak insanları büyüleyeceğimi falan düşünmüş olduğum doğruydu. CV'm ve orda yazan şeylerin bir önemi olmayacak, benimle konuşunca büyülenerek beni işe almak isteyeceklerdi. Her iş görüşmesini sıçıp batırdığımı hesaba katmamıştım anlaşılan.
''Fransızca biliyorum,'' diye mırıldandım yanaklarım kızarırken. ''A1 seviyesinde.''
Adam kaşlarını kaldırıp bilmiş bir ifadeyle gözlerini üzerime dikti. ''Burada B2 seviyesinde olduğunuz yazıyor.'' Gülümsemeye çalıştım. ''Ah evet, sadece orada seviyemi yazarken kafam karışmış.'' Derin bir nefes alıp konuyu dil bilgimden uzaklaştırmaya karar verdim. ''İş deneyimim olmadığını biliyordunuz ama?''
''Açıkçası ümitli davrandım,'' dedi adam tekrar sandalyesinde geri yaslanırken. ''Londra'da 24 yaşına kadar okuduğu alanda hiç iş deneyimi olmayan birini bulacağımı düşünmemiştim. O bölümü komple yazmayı unuttuğunuzu falan varsaydım.'' Ah, şimdi bir domatesten bile daha kırmızı durumdaydım. Aslında daha önce sanat alanında çalıştığımı ama başarısız olduğumu ve pazarlamanın hiçte ilgimi çekmediğini açıklamak istesem de, bugün rezil olma kotamı doldurmuştum. Başarısızlık kotası da neredeyse taşacaktı, ağzına kadar başarısızlıkla doluydu. O yüzden çenemi kapalı tutsam daha iyi olurdu.
''Sanırım bu görüşmenin sonuna geldik, değil mi?'' Utangaç ve mahcup bir ifadeyle, bana katlanan sıkıcı adama gülümsedim. O da bana üzgün bir gülümsemeyle karşılık verdi. ''Sanırım, vakit ayırdığınız için teşekkürler.''
''Asıl ben teşekkür ederim,''
Ayağa kalktığımda, adam boğazını temizledi ve ''Başka bir alanımızda ihtiyaç olursa sizi tekrar...'' diye teselli konuşmasına başladı. Lafını kestim. ''Elbette.'' Elbette beni asla, tekrar aramayacaksınız.
Şık binadan çıkarak, buz gibi Londra havasıyla karşılaştığımda havlar gibi bir ses çıkardım ve paltoma daha sıkı sarıldım. Aptal pazarlama alanında çalışmak uğruna bir de zatürre olursam acımdan ölürdüm herhalde. B2 Fransızca gerekiyormuşmuş, A1'in nesi vardı ki? Kahrolası, katil balina kılıklı insanlar.
Az önceki korkunç iş görüşmesini geride bırakarak, tren istasyonuna yürümeye başladım.
Eh, Nicole Aurnia Murphy olarak başarısızlık yeminini bebekken yanlışlıkla etmiş olabileceğim düşüncesi bugünün telafisiydi. Bilirsiniz, kötü geçen her görüşmeden sonra suçu olası boktan ve imkansız sebeplere atmaya bayılırdım.
İstasyona girmeden önce kenara çekilip bir sigara yaktım ve içimden B2 Fransızca gereksinimine saydırmaya devam ettim. Yanlış anlamayın Fransızcayla hiçbir sorunum yoktu, hatta Fransızca bu dünyadaki en güzel dillerden biriydi. Benim için sorun olan şey B2 Fransızcaya takık olan o aptal şirket ve dünya sıkıcı adamdı.
Sigaramdan bir nefes daha çekerken ve hala içten içe homurdanırken gözüm kenarda ki küçük kafeye takıldı. Bütün olumsuzlukların sustuğunu ve büyülendiğimi hissettim. Tabelasından, dış cephesine kadar her şey vintage ve Amerikanvari tasarlanmıştı. Kocaman bir Converse tabeladan sarkıyor ve sanki Camden'daymışsınız gibi hissettiriyordu. Hayatımda gördüğüm en güzel kafeydi, hayallerimin kafesiydi. Dışarıdan bile belliydi bu.
Külü iyice ucunda biriken sigaramı hızlıca söndürüp çöpe attıktan sonra, ciğeri gören kedi gibi hipnotize bir şekilde ayaklarım tarafından kafeye doğru sürüklendim.
Kapı açıldığında tavanda asılı zil gibi bir şey şıngırdadı. İçeri mis gibi kahve ve tarçınlı kek kokuyor, radyodan çalan kısık sesli Nina Simone şarkısı atmosfere uyarak içinizin sıcacık olmasını sağlıyordu. Kenarda kocaman, cömertçe süslenmiş bir çam ağacı vardı ve Noel'in gelişini insana en güzel şekilde haykırıyordu.
Dekorasyonda kullanılan vintage patenlere, rengarenk süslere, köşedeki eski kitaplığa büyülenerek baktım. Sanki bir anda zaman makinesine girmişsiniz gibi hissettiriyordu. Çok ama çok güzeldi.
50'li yaşlarında bir adam ''Hoşgeldiniz,'' dedi gülümseyerek. Kasanın hemen arkasındaydı ve anlaşılan o ki ben gelmeden önce elinde sigarasıyla bulmaca çözüyordu. ''Sizin için ne verebiliriz?'' Etrafta oturup arkadaşıyla sohbet eden, yemek yiyen, kitap okuyan insanlara çekinerek şöyle bir baktım ve ardından da yaşlı adama dönüp mahcup bir ifadeyle gülümsedim.
''Acaba... Acaba, şu sıralar eleman arıyor musunuz?''
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Nic ve Luc
RomanceNicole'ün hayatıyla büyük bir sorunu vardı, sonsuz bir başarısızlığa hapsolmuş gibi hissediyordu. Berbat giden bir sanat hayatı, hakkında sıfır tecrübeye sahip olduğu bir mesleği vardı. Ablası Riley'nin gölgesinde büyümüş ve hiçbir zaman göz önünde...